|
 |
|
Hüü Canlar |
|
|
|
|
|
 |
|
TAHTACILARDA DIN |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Dini Liderlik
Mürşitlik
Dedelik
Dikme Babalık
Mürebbilik
Akçaeniş Tahtacılarında Mürebbilik Kurumu
Mürebbi Kimdir?
Kim, Nasıl Mürebbi Olabilir?
Mürebbiye/Anabacı
Mürebbiliğin Fonksiyonları
Mürebbiler Arasındaki Koordinasyonda Dede
Sonuç Yerine
Hamza Tanal
Dini Akrabalık
Musahiplik
Aşınalık
Peşinelik
Çiğildaşlık
Cem
Semah
Zakirler
Hamza Tanal (Mürebbi)
Söyleşi: Ayhan Aydın
― Bir adamın eli bozuksa, o, Yezid'dir; beli bozuksa, o, Yezid'dir, Yezid'i Muaviye'yi kendimizde arayalım; Hüseyin’i de kendimiz arayalım. Abdal Musa’yı kendimizde arayalım. Bak! Daimi ne diyor? "Bir gerçeğe bel bağladım, aldı benliğimi yok etti beni". Benlik nedir biliyor musun? Gurur, kibir, benlik bunları aldı benden diyor. Hamur etti, yoğurdu, fırında pişirdi diyor. Ustam sofraya yatırdı beni, çiğnediler diyor. Daimi bak neler söylüyor. Hep vücuttan konuşuyor. Daimi gerçek bir evliya idi. Daimi, Âşık Veysel; başta Âşık Veysel. Atatürk dedi ki; can gözünü açacağım, kafa gözünü açacağım. Can gözü açıktı Âşık Veysel’in. Daimi’nin can gözü açıldı, baksana bir mürşide teslim olmuş ki; "bir gerçeğe bel bağladım" diyor, o gerçek mürşidimmiş diyor.
Bir gerçeğe bel bağladım erenler yani o gerçek?
― Oradan el almış. "Irmağa karıştım, denizden denize götürdü aşk beni", diyor. Neler neler söylüyor, neler. Uyandırmak için âşıklar, dedeler, dervişler söylemiş, söylemiş. Ne diyor Mahzuni: “Ey Arapça bilenler, Allah Türkçe bilmiyor mu?” İngilizce, Fransızca bize hitap etmiyor mu?
"Şerait var şerait içinde", sizin anladığınız şeriat nedir?
― Tarikat var tarikat içinde, marifet var marifet içinde, hakikat var hakikat içinde. Bunun için de Muhammed 27 gün bir hurmayla çile çekmiş, Hz. Hüseyin, Ehlibeyt çile çekmiş. Hacı Bektaş’a gittin mi? Çilehane'sini gördün mü? 40 gün bir zeytin tanesiyle çile çekmiş; ama kötü huylar gözünün önüne gelecek sıkmıyor, kendi kendini sıkıyor, bağırıyor; işte kurban keseceğim diyor, oradan çıkıyor. Hacı Bektaş, Kırkların, ziyaretin içinde gidiyorlar, debeleniyorlar; Kırklar burada çile çekmiş diye, onun için zor bu işler kolay değil.
Çile çekmek, yürümek, ulaşmak lazım.
― Bunun 5 ismi var çile, niyazet, halvat, inziva, erbain. 5 ismi vardır, bunun. Bunu, çile çeken dervişler, çile çeken dedeler bilir. Ben öyle dede arıyorumki, bu alemi terk etmiş, vücut alemine girmiş. Muhammed ölmeden evvel dünyadan elini eteğini çekmişti, anladın mı? Nefsini ayağının altına almış, diyor ki; "nefsini alırsan ayak altına, o zaman geçersin Sultan tahtına". Erenler kazanmış; ama neyle? Çalışmakla, maddi ve maneviyatla. Zenginin birine, şuraya geldi; ayağa kalkmadım; dedim ki, "ben gururumu, kibrimi, çiftlikte bıraktım, geldin mi" dedim; "Hee" dedi, Bunların vebali sana. Aç doyurdun mu, çıplak giyirdin mi, düşkün kaldırdın mı, zenginin sultanı oldun mu, yoksa öyle ben zenginim demekle, güzelim demekle, ne güzelliğine doyar, ne zenginliğine doyar. Neydi, ne oldu, ne olacak? Evvela neydim, sonra ne oldum, sonra ne olacağım? "Ne oldum" diyenin, vay haline. "Ne oldum" diyen Hakk'a varamaz. "ne oldum" diyen, bir yere gidemez. Onda gurur, kibir, vardır. Kırma gönül şişesini, yapan bulunmaz; yıkma Hakk'ın binasını ören bulunmaz.
Evet yine Daimi söylüyor onu herhalde.
― Âşıklar uyandırmak için neler söylemiş... Âşık Veysel ne diyor; "benim sadık yarim kara topraktır." Can gözü açıktı Âşık Veysel’in.
Can gözü açıktı, gönül gözü de diyorlar o da...
― İşte, gönül gözü de aynıdır. İkisi birdir yani. Gönül gözü demek, can gözü demektir. Bir kişi, inancı olmazsa benim yanıma oturmaz. Ben de onun yanına oturmam. Çünkü, ona bir şey veremem, o da benden bir şey alamaz.
Sözlü kültürü yaşatan, uygulayan, uygulatan, bize doğru yolu gösteren sizlersiniz. O yüzden, bizim buraya gelmemizde ki meramlarımızdan birisi de sizin fikirlerinizi daha genişçe duymak dinlemek; çünkü dedeler, babalar, mürebbiler, âşıklar... her biri birbirinden değerli.
― Tabii, tabii. Kılıç kılını kesmez. Birbirimizle övünürüz. Hepsine saygımız var.
O yüzden sizin de ayağınıza geldik.
― Sağolun, Allah razı olsun.
Sizinle de bir söyleşi yapmak. Alevilik- Bektaşilik deyince siz ne diyeceksiniz, siz nasıl yorumluyorsunuz? Neler getirmiştir Alevilik, İslamiyet’e, Anadolu’ya; neler katmış, ayırt edici yönleri nelerdir Sünnilerden farklı olarak. Sizin gözünüzle, ağzınızla dinleyelim.
― Hay hay. Alevi belden gelmedir. 12 İmam neslinden; Bektaşi ise, koldan gelmedir. Bir Ermeni, bir Hıristiyan, Bir Yahudi, bir Pomak, bir Boşnak, bir Çerkez, Bektaşi olabilir. Alevi ise, 12 İmam neslinden gelenler; bunlar, tahsil-terbiye insan üzerinde bir maskedir. Maske açıldığı zaman, asıl neyse foya meydana çıkar. Bu tahsili- terbiyeyi hem maddiyat, hem maneviyat bozar. Ama asılı ne maddiyat bozabilir ne da maneviyat. İnsanın en izzetli varlığı hanımıdır. Onu dahi teslim etsen, bir Alevi hayati pahasına dahi olsa, ona bir art niyet düşünmeden, o emaneti yerine götürmeyi düşünür. Bektaşi için de bu böyledir. Yalnız farklı milletler de Bektaşi olduğu için arada fark var. Asıl azmaz, bal kokmaz. Alevi baldır. Bektaşi yağdır. Aslı ayrandır. Bozulabilir. Onun ikisinin arasındaki fark bu; oma onları da biz hakir görmüyoruz. Onlar da Ehlibeyt yolunda, onlar da bizim kardeşlerimiz, benimsemişler Ehlibeyt yolunu. Muhammed-Ali süreğini, cemini. Sorumluluk taşırlar; ama mesela fakir 70 yaşındayım bizden kız alıp kız vermeyi asla istemezler.
Kızılbaşlık nedir? Özde Kızılbaş terimi vardı, daha önceden Rafizi dendi, ışıklar dendi, Kalenderi dendi sonradan Alevi ismi verildi. Temelde fark yok; ama kelimenin kökü nereden geliyor?
― Uhud harbinde Hz. Peygamber'in bir dişinin kırılması, yüzünün yaralanmasıyla orada çukura düşmesi zamanında Peygamber şehit oldu denince, nasıl dağılıyor. Onun muhtelif noktalara koyduğu Ebu Bekirler, Ömerler, Osmanlar falan kaçıyorlar. Peygamber orada şehit oldu diye çukura düşüyor, İslam cengaverinden bir cengaver onu muhafaza ediyor. Ondan sonra o harpte Hz. Ali yokmuş. Cebrail nazil oluyor; ya kardeşim Muhammed, Hz. Ali’yi imdadına çağır. Yetiş, Ya Ali! diye çağırıyor. Hz. Ali Uhud’un başında Devret boğazı var, orada aşiret reisleriyle karşılaşıyor; ne oldu, Peygamber şehit oldu, biz de kaçıyoruz, diyorlar ki; "Peygamber iki cihanın serdarı, o tatlı canın, nazik tenin sahibiyken, İslam dini uğruna şehit olmuş da siz daha mı yücesiniz; kaçmasaydınız, size yazıklar olsun" diyor, iniyor aşağıya. Arıyor ki Peygamber'i cesetlerin altında buluyor, yüzü yaralanmış, dişi şehit olmuş, kanlar akmış. Ya Resulullah diyor, "senin temiz kanın Kureyş kâfirlerinin ayağının altında çiğnenmeye layık değil", imamesini alıyor, sarıyor başına. Peygamber'i sırtına alıyor, yürüyor. Kureyşliler, tekrar hücuma geçiyorlar. Hz. Ali’ye diyor ki, "beni bir kayaya yasla" yaralı ya, yaslıyor. Hz. Ali, onlara hücum ediyor, püskürtmek için. Hz. Ali’nin kılıcı kırılıyor; Ali’ye Zülfikâr’ı veriyor. Ali kılıcı öyle sallıyor ki Kureyşlilere, Peygamber de arkadan tarif ediyor, onların hücumuna göre, "sağdan ya Ali, soldan ya Ali" diye Onlara püskürttüğü zaman, "kaçın Kızılbaş geliyor, Kızılbaş geliyor" diye söylüyorlar. Gerçek Kızılbaşlığın anlamı, bizim buradan doğuyor. Bir de başka, ey biçarenin başına Kureyş askeriyle Haşimiler askerinin karışmaması kılıcın hakkını verip vermediği gibi, esas Kızılbaşlık bu.
İslamiyet’in ilk döneminde diyorsunuz. Tarihçiler de belirtiyorki, Safeviler döneminde Şah İsmail Hatayi’nin müritleri..
― Evet, o zamanda Şah İsmail Safevinin askerlerinin başına bağladığı.
Yani, İslamiyet’in ilk döneminden geliyor. Şah İsmail de hatta onun ataları Şeyh Cüneyd, Şeyh Haydar da o Ehlibeyt dönemindeki Kızılbaşlık manasını kullanıyorlar.
― Tabii o oradan gelen efsane ve ananeyi devam ettiriyorlar. Şimdi, bize Kızılbaş dedikleri zaman, biz huzur duyuyoruz. Ne mutlu, ne mutlu. Eğer Kızılbaş böyleyse, siz Peygamber şehit olmuş deyince kaçıyorsunuz; ama bizimki ateşin içine geliyor, kalenin de ayak altında çiğnenmesini istemiyor.
Dedelerimiz ocaklara bağlı. Ocaklar kutsal mekânlar. Kaynak oradan, kaynağını alıyorlar, öğretilerini alıyorlar. Ocak sizce nedir, ocağın önemi nedir Alevilikte?
― Ocak, şimdi aşiret, aslımız göçmen. Aşiretin geldiği zaman, hep toplumun bir ocağı var. Çevre genişledikçe anlıyor musun? Ocak, kutsal olan; yani evin ateşi, menbağı, temeli. Örneğin Elazığ, Erzincan, Tunceli arasında Koca Seyyid, Köse Seyyid, Mir Seyyid, Seyyid Mençek, Ağuçan, Hıdır Abdal, Koyun Abdal, Güvenç Abdal, Yanyatır. Bizim ocak, ona -Yanyatır'a- bağlı. Bir de Hacı Emirli. Hacı Emirli İslahiye’nin Kabaklar Köyü'nde.
Yanyatırlılar, Hacı Emirliler: Tahtacı ocakları.
― Onu da şöyle deyim, ayrılıyor. Yanyatırlılar 12 erkânlı, Hacı Emirilerin de 6 erkân olduğundan bahsediliyor; ama erkân, 12’dir. Gökçeli, Meşeli, Cicili, Üsküdarlı, Cingöz, Aydınlı, Nacarlı, Yağlı, Elemetli gibi 20-25 oymak ayrılıyor böyle. Fakat bunlar dediğim gibi Hacı Emirli Ocağı'yla, Yanyatır Ocağı'na bağlı kolları, aşiretin oymakları.
Aşiretin oymakları bu temelde iki tane ocak var, ona bağlı diğer bölümler var. Peki herhangi bir yere bağlı mı bu bizim Tahtacılar yani Hacı Emirliler, Yanyatırlılar, herhangi bir ocağa daha üst bir yer?
― Hacı Emirliler o şeye bağlı, İslahiye’de Kabaklardaki İbrahim Sami’ye.
İbrahim Sami?
― Benim ki de şeye bağlı, Yanyatır Ocağı'na. Şimdi İbrahim Sami ile Seyyid İbrahim, Hacı Bektaş Veli'nin babası onlar ayrılıyor.
Peki, sizin diğer Hacı Emirliler veyahutta Yanyatır'da olan diğer dedelerle bir bağlantınız var mı? Onların bulundukları yerler nereler?
― İslahiye’den gelen dedeler, onların saydığım kavimlerden Çaylakların dedesi onlar; ama biz, bu ayrımı kaldırıyoruz. Tek bir gövde olarak, birarada olmayı istiyoruz. Erkân 12, devam ediyor. Onlarda daha 12 olduğunu şey yaptık, böyle olsun diye devam ediyoruz. ve onun Alevilere Türkiye’de ve başka yerde Şia, Rafizi, Kızılbaş, Çepni, Türkmen bizlere Tahtacı, Ağaç-eri deniliyor. Hüseyni de tabii Arap uşakları, onlar öyle.
Bu hizmetleri sadece Akçaeniş’de mi yapıyorsunuz yoksa başka yerlere de gidiyor musunuz?
― Gitmiyoruz, sadece kendi hizmetlerimizi.
Pir, mürşit, rehber işte mürebbi, mürşit, yani sizdeki sıralama nasıldır?
― En büyük mürşit, ondan sonra dede, ondan sonra mesela bizler mürebbi diyoruz, öğretici. Evet mürebbi öğretici, mürebbiye kadın, mürebbi erkek.
Mürebbinin altında bu hizmeti yürüten yok mu?
― Yok
Şimdi mürşidiniz kim sizin?
― Bizim mürşidimiz, esas mürşidimiz Muhammed, rehberimiz Ali. Mürşitlik öldü, mürşit diye bir şey yok; kalmadı şimdi yok. Fakat erkânı Ehlibeyt süreğini devam ettiriyoruz. Karınca kaderince.
Mürşitlik, pirlik, rehberlik bunların kökeni nereden geliyor? Mürşitlik nereye dayanıyor?
― Kökeni Ehlibeyt’ten geliyor ya. Hz. Muhammed ve Ali’den ondan sulbünden gelen 12 İmamlar’dan.
Mürebbi diyorsunuz; ama dede yok mu? Bu yolu öğretiyorsunuz, yayıyorsunuz dedeler Yanyatır Ocağı'nın dedeleri yok mu?
― İşte, o dedelerin kökü geçti.
Alevi cemlerinde yolu, adab, erkânı yürütmek için buyruklarımız var. Dedeler bunlarla yüzyıllarca cemleri yürütmüşler. Sizlerin buyruklarınız var mı? Ya da sizin elinizde metinler var mı, yazılı metinler? İbadetlerde, cemlerde, cemaatlerde, herhangi bir törende, musahiplikte, kurban tığlama da veya diğer şeylerde baş vurduğunuz kaynaklar var mı? Siz nasıl öğrendiniz, kimlerden öğrendiniz?
― Şimdi Alevi aydınlarımızın çıkardığı kitaplar var, en başta ki bizim rehber olarak Buyruk'umuz İmam Cafer Buyruğu. İmam Cafer Sadık’ın Nutku, suretinden devri gelen.
Şeyh Safi Buyruğu diye de bir Buyruk?
― Şeyh Safi, yani o da bir şeyde ocaktan oradan gelme.
Onun bir belgesi var mı?
― İmam Cafer Buyruğu var.
Yok siz gördünüz mü, uyguluyor musunuz? Sizde İmam Cafer Buyruğu mu var?
― Evet. Mesela o iki Hacı Bektaş nüshası var: Maraş nüshası, İzmir, Malatya nüshaları var. Aynı, değişen tarafı yok.
Cem yürütüyorsunuz. Burada bir şeyler kullanma olayı pençe.
― Pençe-i Âl-i Âba.
Evet.
― Eskiden tarik var, pençe var. Ama değnek, ama şimdi Pençe-i Âl-i Âba.
Siz hangisini kullanıyorsunuz?
― Pençeyi kullanıyoruz. Pençe-i Âl-i Âba’yı.
Dediniz ki, diğerleri yolu sürmüyorlar. En azından bildiğiniz kimler var, Yanyatır'dan olsun, Hacı Emirlilerden olsun. Şu anda bildiğiniz var mı, onların çocukları ya da o yolla ilgilenen hiç kimse yok mu Yanyatır Ocağı'ndan, yani ziyaret eden, sizin ziyaret ettiğiniz?
― Hiç kimse yok.
Şu anda gençlerin Aleviliğe bakış açısı nasıl, duyguları nasıl?
― Şimdi belki dün seyrettiniz, ellerinizden öper, Serdar bu işe çok önem veriyor; iki senedir bu işle çok uğraşıyor. Bu arada bizim de yalnız olmamız dolayısıyla maddi manevi zararımız oluyor. Bu da bizim için bir kâr sayılır. Anane kaybolmasın; ama biz Aleviyiz bizim kendimize özge bir kültür felsefemiz var, bu mümkün. Dedelerimiz, babalarımız bu zamana kadar bunu devam ettirmiş, biz niye bunu bırakalım, kaybedelim.
Muharrem orucu dediniz, Alevilikte kutsal günler var, törenler var bunlar yürüyor mu bu köyde?
― Yürüyor.
Devamlı yürüyor, sürekli?
― Bilhassa Muharrem ayında, aşağı yukarı 7’den 70’e böyle matem yasındadır.
Orada Hz. Hüseyin’in şehadeti için mersiyeler, okunuyor mu?
― Okunuyor.
Gençler iştirak ediyor mu?
― Ediyor.
Evliyalar, ermişler, erenler, dervişler yani yüzlerceyıl insanların gönlünde taht kuran ulu insanlar, onların felsefesi insanlara onların çevresinde gelişen bir kültür. Her biri kendi çevresini aydın yapmış, ısıtmış. Kendine bağlı olanlar olmuş, oradan feyz alınmış. İşte Hacı Bektaş Veliler, Abdal Musalar, Kızıldeliler.
― Nesimiler...
Bunlar kim ve neyi ifade ediyor? Bunları nasıl görüyorsunuz?
― İnsanlık aleminde gariplerin yanında yer alan Hakk ile hak olmuş, Hakk'ın bahtaniyetine dahil olmuş, zalime boğun eğmemiş nuru vahit kişiler. Böyle Hacı Bektaş Veli Türkiye de öz Türkçe’yi aşılayan kişi. Abdal Musa büyük bir evliya. Hacı Bektaş Veli ile amcazadeler, o Seyyid İbrahim’in bu da Hasan Gazi’nin oğlu. Fakat bunlar açları doyurmuş, çıplakları giydirmiş; zalime boğun eğmemeyi, kendine inananları bir çevrede toplamışlar. Mesela biz kötüleri bile affedebiliyoruz. Asılmışız, kesilmişiz, yüzülmüşüz, yakılmışız yine de boğun eğmiyoruz zalime. Ölüm bizim için minnet; zalimlere boğun eğmek, en büyük zillet. Eğilmeyeceğiz. Yarınla bugünün hiç farkı yok.
Yanyatır Ocağı'ndan biraz bahsedelim. Oraya gittiniz, biz bilgi de almak istiyoruz, aynı zamanda oraya bağlı olduğunuz için. O ocak, o ocağın işlevi, çevresindekiler, bugünkü durumu hakkında.
― Şimdi bu Yanyatır Ocağı da; aklım erdiği kadarıyla gelen mürşitler, dedeler vardı. Hiçbir bilinçlisi yoktu. Kısmet dağıtırken, o toplumunda her ocağa verilirken birisi yan yatmış, "sen niye yan yatıyorsun Yan Yatır", diyince ona da verilen kısmette Yanyatır Ocağı olarak geçmiş. Ama mürşitlerde, dedelerde, babalarda, babada geliyordu onlarda fakat bilinçli, aydını yoktu.
Ne gibiydi yani bilinçli, aydından kastınız? Nasıl olmasını istiyordunuz, onlarda nasıldı?
― Şimdi onu bizim 12 erkânımız var, 4 kapı 40 makam da var. Bunlardan bize detaylı bilgiler vermiyorlardı. Vermesini söylediğimiz zamanda Kızıl Necati isimli bir adam vardı dede. Bir gün dedim ki ayin-i cemde ikrarlıyım; ama gidip geliyorum, dede dedim, önüne niyaz oldum. "Biz Aleviyiz, bize diyorlar ki; ‘Kızılbaş, gusül etmez, tavşan yemez, mum söndürür’ diyorlar, biz de buna yanıt veremiyoruz, biz gerçek bu muyuz, yoksa abdest alıp, namaz mı kılalım", beni tersledi: "Kim bu adam ya" dedi, "ben bu yaşa kadar daha bana böyle soru yönelteni görmedim" dedi. Beni dövecekler, ayin-i cemin adamı. İsmail diye birisi var. Dedi ki: "dede, bak biz yaşlandık. Dede var, Ya Allah, Ya Muhammed, Ya Ali demeden başka hiç bir şey bilmez. Haklı söylüyor çocuk. Ya bize öğretin, yahutta bu dedelikten vazgeçek. Kaynaklarını verin bize, kitap alın okuyun diyin". Aşağı yukarı 25-30 sene evvel.
Yani 25-30 sene önce cemler yapılıyordu. Şu anda yapılıyor mu?
― Şimdi yapılıyor da mesela fakirim, 10-15 talibim var.
10-15 talibiniz var. Nerede 10-15 talibiniz?
― Bu köyün içinde.
Bektaşiler, musahipsiz kesinlikle ceme girilmez diyorlar, siz de diyorsunuz.
― Ama kabul etmiyorlar. Musahip olmuyor onlar. Bir gün orada.
Ama dediler ki, biz kesinlikte musahipsizi de almıyoruz. Musahiplik, biz de çok mühim yer; ama siz diyorsunuz ki musahiplik yaygın değil. Ceme girmesi için birinci şart, musahip olmak. Ama onlarda musahip olma geleneği zayıf.
― Hiç yok. Onların dikmedir onlar. Muharrem ayından Muharrem ayına. Dikme baba mesela rey kullanıyor gibi onu isteyenler, istemeyenler falan.
Diğer Tahtacı Köyleri nelerdir burada?
― Şimdi burada başka Tahtacı Köyü yok. Kaş'ta var.
Kaş'ta?
― Kaş'ta var, Karacayer, Finike de Çatallar, Gökbük, Turunçova da Menekşelik Mahallesi, efendim Yeniköy.
Aynı yerde Finike de?
― Finike de.
Köy mü burası.
― Köy. Kumluca, Hızır Kahya, Toptaş, Sırımlı, Baymak,
Bunlar Tahtacı.
― Bunlar Tahtacı, aşiret.
Peki siz kendinizi ne olarak nitelendiriyorsunuz, Türk, Türkmen veya bir başka bir şey Tahtacılar?
― Şimdi demin söylediğim gibi aşağıda, Alevilere takılan isimlerden.
Yok buraya yani genel olarak siz?
― Tahtacı Köyü
Ama ne diyor yani Tahtacı, Türkmen diye bir şey kullanılıyor mu?
― Türkmen, mesela onlar Alevilerin hepsi Türkmendir. Türkmen, yani Türkmen. Fakat şeyde Çanakkale'de, Balıkesir'de Türkmenlerle Çepniler.
Çanakkale, Balıkesir.
― Şimdi, bir insan 18 yaşına girdiği zaman, bir eş kendine seçtiği zaman, orada bir şey olunuyor, şey alınıyor. Allah’ın emriyle, Peygamberin kavliyle orada. Kız isteme.
Doğum da ölüm de nedir?
― Ölümde ölen kişi musahipliyse onun başına musahipliği, yetkili mürebbiler gelin, uyandırırlar.
Gelin uyandıracaklar.
― Mum yakacaklar, sabaha kadar onun başı beklenir.
Sabaha kadar başı beklenir.
― Matem müziği çalınır.
Matem müziği neyle çalınır?
― Sazla
Sazla matem müziği çalınacak sabaha kadar.
― Beyitler, ayet makamları söylenir, herkesi duygulandırır, ağlanır.
Ölüm nedir sizin, yani nasıl algılanıyor ölüm. Ölüm deyince insanların kafalarında ne var?
― Ölüm deyince Hakk’a göç eden kişidir. Ölüm önemlidir. Tören yapılması lazım.
Akçaeniş Tahtacılarında Mürebbilik Kurumu
Akçaeniş, Akdeniz Bölgesi'nde Antalya'nın güneybatısında kalan Elmalı ilçesinin Akçay bucağına bağlı, bir ova köyüdür. Akçaeniş, genel olarak Tahtacı köyü olmasına karşın, kısmen Bektaşilerin de bulunduğu; bu niteliğiyle, Alevilerin ve Bektaşilerin birlikte yan yana yaşadığı, nüfusu yaklaşık 1500 kişiden ibaret toplu bir yerleşim birimidir.
Bu makale, Akçaeniş Tahtacılarının Aleviliğe dayalı dini örgütlenme biçiminde -ya da Tahtacıların oluşturduğu dini sistemde- mürebbilik kurumunu, mürebbinin/mürebbilerin yerini ve fonksiyonunu, buna bağlı olarak da sosyal/kültürel ilişkilerdeki konumunu ele almayı amaçlamaktadır.
Mürebbi Kimdir?
Akçaeniş Tahtacılarında mürebbi, ocaktan gelen dini liderin yani dedenin olmadığı zamanlarda cemaate dini kuralları öğretecek ve törenleri yönetecek kişilere verilen bir addır; dini liderdir. Aynı köyde, birden fazla dini lider, yani mürebbi bulunabilmektedir. Mürebbilik, köy cemaatinin isteği gözetilerek, Yan(ın)yatır Ocağını temsil eden dede tarafından uygun görülen kişiye verilen bir ünvandır, görevdir ve mürebbi, bir anlamda, dedenin yerine tayin ettiği kimsedir ya da onun vekilidir.
Kim, Nasıl Mürebbi Olabilir?
Tahtacılarda mürebbilik, ocağa ya da soya bağlı değildir. Diğer bir anlatımla, onların çocukları, babaları mürebbi olduğu için mürebbi olamamaktadır. “Dedenin çocukları, dede soyundan gelen birisiyle evlenir” kuralı, mürebbinin çocukları için geçerli değildir. Dini alanda yeterli olan/görülen her erkek gerekli koşulları yerine getirmişse mürebbi olabilmektedir.
Mürebbi olabilmek için, kişinin
a) evli olması;
b) bir musahibinin bulunması;
c) köyde, herhangi bir küçük dini gruba/cemaate üye olması
ön koşulları vardır.
Küçük dini gruba/cemaate üye olan kişi ya da talip,
1) ikrar verme cemine katılmış;
2) görgü ceminden geçmiştir.
Bu koşulları yerine getirebilen her erkek, mürebbi olabilmeye adaydır. İkrar verme cemine katılarak herhangi bir dini gruba/cemaate üye olmuş, ancak, görgü cemine katılmamış kişi, mürebbi olamamaktadır.
Mürebbiliğe aday olan kişide aranan başka özellikler de vardır. Bunlar:
a) Buyruk ve emirlerini çok iyi bir şekilde bilmek;
b) köyde herhangi bir kimse ile dargın olmamak, ondan şikayetçi olabilecek kişinin bulunmamasıdır.
Mürebbi adayını, bağlı bulunduğu dini grubun/cemaatin mürebbisi, dedeye tanıtmakta ve adaylığını iletmektedir. Bunun için, mürebbisinin ve cemaatin onu dini alanda yeterli görmesi gerekmektedir. Aday, görgü ceminde dedenin önünde dini sınavdan geçmekte, bilgisi ona(yla)nırsa, dedenin duasını/hayırlısını alarak -ve sırtı dede tarafından sağ el ile sıvazlanarak- mürebbi olabilmekte, ilân edilebilmektedir.
Mürebbiliğe hak kazanan aday, kendi dini grubunu/cemaatini kurabilir/oluşturabilir. Bu anlamda, öncelikle onun musahibi baş yardımcısıdır. Her mürebbinin, kendisine özgü küçük bir dini grubu/cemaati bulunmaktadır. Her küçük dini grup/cemaat, değişik mürebbiler tarafından yönetilmektedir. Mürebbi, sadece dedenin bulunamadığı tüm dini törenleri yönetmekle -dedenin olduğu dini törenleri yönetemez- yükümlüdür. Mürebbiliğin devam ettirilebilmesi için, her mürebbinin yılda bir kez dede huzurunda görgü cemine katılması ve görgüden geçirilmesi gerekmektedir.
Mürebbiye/Anabacı
Özel olarak böyle bir kurum olmamakla birlikte, mürebbi olan erkeğin eşine mürebbiye/anabacı denilmektedir. Kocası mürebbi olmayan kadın, mürebbiye/anabacı olamamaktadır. Mürebbi, karısını da dini anlamda eğitmelidir. Çünkü, mürebbinin karısı, törene gelen bacıların, yani erlerin/erkeklerin eşlerinin lideridir. Onlara, dini alanda yol göstermektedir. Ancak, mürebbiye/anabacı, mürebbiye bağımlıdır ve dini törende herhangi bir farklı fonksiyonu yoktur.
Mürebbiliğin Fonksiyonları
Tahtacılarda dini sistem, mürebbiler sayesinde, dedenin bulunmadığı zamanlarda, bir kontrol mekanizması kurarak/oluşturarak kendisini sürdürmektedir. Diğer bir deyişle, dini sistemin sürekliliği, ancak bu şekilde sağlanabilmektedir.
Tahtacılarda, gerek Yanyatır Ocağını ve gerekse Hacıemirli Ocağını içeren iki mürşit ocağında/evinde, dini sistemin sürekliliği için on(lar)a bağlı belirli kurumlar oluşturulmuştur. Bu bağlamda dedeler, adı geçen mürşit ocaklarına/evlerine; dedenin ulaşamadığı, kolay gidemediği yerlerde babalar -Tahtacılarda babalık kurumu da vardır ve babalar "dikme baba" olarak adlandırılmaktadır- dedelere ve mürşit ocaklarına/evlerine; dedelerin ve babaların gidemediği, ulaşamadığı yerlerde mürebbiler -varsa- babalara, dedelere ve mürşit ocaklarına/evlerine bağ(ım)lıdır. Mürebbi, bu hiyerarşik dini örgütlenme içinde en alttaki dini lideri temsil etmektedir. Genelde dedenin, babanın olmadığı-bulunamadığı yerlerde mürebbilik kurumu inşa edilmiştir. Nitekim, birkaç aileden ibaret olan obalarda ve bir ya da birkaç obanın bulunduğu orman maktalarında, köylerde ve mahallelerde dini sistem ancak bu sayede kendini yaşatabilmiş, koruyabilmiş ve geliştirebilmiştir.
Akçaeniş Tahtacılarında mürebbi, dini sistemin işlemesi için, şu belli başlı fonksiyonları üstlenmiştir:
a) Küçük dini grupta/cemaatte
Genel olarak Gökçeli, Çaylak, Eseli ve Danabaş aşiretlerinin birarada yaşadığı Akçaeniş Tahtacılarında aşiret liderliği yoktur. Köy cemaati, sözü edilen aşiret üyelerinden her birisinin tek tek, ikisinin ya da üçünün birden yer aldığı en az beş çiftten oluşan küçük dini gruplara/cemaatlere bölünmüştür. Her küçük dini grubun/cemaatin (taliplerin) başında mürebbiler vardır ve o dini gruptan/cemaatten (taliplerden) mürebbisi sorumludur. Bu anlamda mürebbi, farklı aşiretleri, ata ocaklarını -ki buradaki ocak kavramı, dede ocağını kapsamamaktadır, tam olarak karşılamasa da kutsallık yüklenilen hane anlamındadır; bu anlamda dini bir kurumdur-, ocakları dini ilişkiler ağıyla birarada tutan dini bir lider kimliğindedir.
b) Grup/cemaat-içi çatışmalarda ya da grup/cemaat değiştirmede
Zaman zaman küçük dini gruplarda/cemaatlerde, grup/cemaat-içi çatışmaların yaşandığı bir gerçektir. Nitekim, Akçaeniş Tahtacılarında da küçük dini grup/cemaat-içi çatışmalar nedeniyle ait olduğu gruptan/cemaatten ayrılmalar görülmektedir. Küçük dini gruptan/cemaatten ayrılmalar -ki onlar küçük dini grubun/cemaatin çözülmesi olarak nitelenmemelidir- mürebbinin onayı-oluru alınarak olmaktadır. Eğer çatışma ve anlaşmazlık, mürebbi ile oluyorsa, söz konusu grubun/cemaatin üyesi olan kişinin, ait olduğu gruptan/cemaatten ayrılabilmesi için, o zaman dedenin onayını-olurunu alması gerekmektedir.
Öte yandan, başka bir küçük dini gruba/cemaate gitmek için, mürebbinin ya da dedenin onayını-olurunu almadan ait olduğu küçük dini gruptan/cemaatten ayrılan çiftin, üyesi olmak istediği dini grupta/cemaatte hemen önkoşulsuz kabul görmesi söz konusu değildir. Diğer bir deyişle, küçük dini gruplar/cemaatler arasındaki yatay hareketlilik, kurallara bağlanmıştır ve bu sayede, küçük dini grubun/cemaatin çözülmesi rizikosunun önüne geçilmiştir. Küçük dini grup/cemaat-içi çatışmalar, belirtilen tip yatay hareketliliğin temelini oluşturmaktadır. Musahiplik kurumunun yanı sıra akrabalık gibi etkenler, grup/cemaat-içi çatışmaları çözümleyemiyorsa, grup/cemaat-içinde daha fazla çatışmaların oluşmaması için, isteyen tarafa gruptan/cemaatten ayrılma izni verilmektedir.
Çiftin başka bir küçük dini gruba/cemaate girebilmesi için, bu iznin, ait olduğu küçük dini grubunun/cemaatinin mürebbisi -ya da dede- tarafından, girmek istediği küçük dini grubun/cemaatin mürebbisine iletilmesi zorunludur. Bu durum, mürebbiler arasında konuşulmakta ve çift üzerine bilgi alış-verişinde bulunulmaktadır. Çiftin girmek istediği küçük dini grubun/cemaatin mürebbisi, bu dileği kendi grubuna/cemaatine götürmekte; grubun/cemaatin de onayı-oluru alınarak, grup/cemaat değiştirme olayı gerçekleşmektedir. Çift, grup/cemaat-içi çatışmalar nedeniyle gruptan/cemaatten ayrılmak istediğinde başka bir gruba/cemaate katılmayabilir de. Nitekim, Akçaeniş Tahtacılarında bu duruma rastlanılmaktadır.
Akçaeniş Tahtacılarında, dedeliğin bir alt kurumu olan mürebbilik, kendisine bağlı olarak kurulan gruba/cemaate dayalı (taliplerin) sosyal-kültürel ilişkileri(ni) yönlendirmektedir. Grup/cemaat, bu anlamda evliliklerde belirleyici olabilmektedir. Herhangi bir küçük dini gruba/cemaate ilk kez üye olabilme, musahiplikler aracılığıyla sanal akrabalıkları -kan bağına dayalı olmayan akrabalıkları- oluşmasına yol açarak, belirli ilişkiler ağını beraberinde getirmektedir.
Ancak, buna karşın, küçük dini gruplar/cemaatler arasındaki sosyal-kültürel ilişkileri, mürebbiler yönlendirmemektedir. Bu ilişkiler, daha çok ocak ve akrabalar -sanal ya da gerçek- aracılığı ile yönlenmekle birlikte, yine de burada dinin önemli bir etkisinin olduğu söylenebilir. Çünkü, ocakla sanal akrabalıklar, dini kurumlar olarak köyde varlığını sürdürmektedir.
Mürebbiler Arasındaki Koordinasyonda Dede
Akçaeniş Tahtacılarında dede, koordinasyonu sağlayan bir koordinatör gibidir. Bu anlamda:
· Dini lider bazında, küçük dini gruplar/cemaatler arasındaki bütünleşmeyi ve birlikteliği dede(ler) sağlamaktadır. Dede(ler) köydeki küçük dini gruplar/ cemaatler arasındaki dini ilişkileri oluşturmakta, kurmakta ve onların gelişmesine yol açmaktadır.
· Küçük gruplar/cemaatler, dedenin başkanlığında biraraya gelebilmektedir. Diğer bir deyişle, köy cemaatini oluşturan tüm küçük dini grupların/cemaatlerin katılabileceği dini tören, dede liderliğinde yapılabilmektedir.
· Mürebbiler arasındaki anlaşmazlıklar, dede(ler) aracılığıyla çözümlenmektedir.
· Zaman zaman, küçük grup/cemaat değiştirmelerde dede(ler) devreye girmektedir. Bu, ya grup/cemaat üyesinin mürebbisi ile sorunlar-çatışmalar yaşadığı ya da ait olduğu ve ayrılmak istediği grubun/cemaatin mürebbisi ile girmek istediği grubun/cemaatin mürebbisi arasında sorunların-çatışmaların yaşanması-varlığı durumlarında söz konusudur.
· Dedenin önderliğinde yapılan bir dini tören, küçük gruplar/cemaatler-üstü bir nitelik taşıyorsa, herkes buna katılmak zorundadır. Kişinin yılda bir kez görülmesi gerektiğinden, küçük dini grup/cemaat-içi çatışmalar ve küçük dini gruplar/cematler arasındaki çatışmalarla anlaşmazlıklar, dedenin önderliğinde yapılan görgü ceminde karara bağlanmaktadır. Herhangi bir küçük dini grup/cemaat üyesi olmadığı için, grubun/cemaatin düzenlediği törenlere katılamayan çift, bu törene katılarak, dini fonksiyonunu sürdürmektedir.
Sonuç Yerine
Özetle, dini yapı ve örgütlenme içerisinde yer alan mürebbilik kurumunun, Akçaeniş Tahtacılarında herkesin -bir talibin- herkese -diğer talib(ler)e- bir yönden sorumluluğunun, bağ(ım)lılığının bulunduğu günlük hayatın bir parçası olan dini sistemin, işletilmesi ve sürekliliği; sosyal dengenin korunması için, vazgeçilemez bir önem ve fonksiyon yüklendiği söylenebilir.
Tahtacılarda Musahiplik [Hazırlık Aşaması]
Giriş
İkrarla Aleviliğini ispatlayan Tahtacı genci, evlendikten sonra musahiplikle tarikatın ilk kapısından girmiş olur. Yanyatır Ocağı'na bağlı olanlar, daha sonra aşina, peşine, çiğildaş gibi üç kapıdan daha geçerek dört kapıyı böylece tamamlar. Biz şimdi birinci kapı olan musahiplikten konu edeceğiz.
Musahip sözcüğü Arapça olup, sohbet, arkadaşlık eden kimse anlamına gelmektedir. Bazı araştırmacı-yazarlar sözcüğün anlamını değişik açılardan, değişik anlatımla vermektedir. Örneğin bir yazar
"Birbirine sahip çıkmak, maddi ve manevi yönlerde yardımda bulunmak, birbirlerini tehlikelere karşı kollamak ve korumaktır"
derken, bir başkası, yazdığı Ansiklopedik Sözlük'te "Arkadaşlık eden, sohbeti güzel olan" şeklinde tanımlamaktadır. Aynı sözlük, musahip için, ikrar verecek, nasip alacak erkek ve kadının (karı-koca) seçtiği kefil anlamında eş, yol arkadaşı, yol kardeşi gibi açıklamalarda bulunmaktadır. Aynı sözlüğün bu konudaki açıklamalarının tamamını aldıktan sonra esas konumuza geçelim.
Musahip ayini: İkrar verme erkânı.
Musahip evi: Cemevi.
Musahip kavline girme: Alevi meydanı.
Musahip kurbanı: İkrar verme erkânı.
Musahip tutma: İkrar verme erkânı.
Musahipli: İkrar vermiş nasip almış olan.
Musahip olmak: İkrar vermiş nasip almış olmak.
Görüldüğü gibi sözlük ve ansiklopedik anlatımlarda, açıklık olmadığı gibi törenler birbirlerine karışmaktadır.
Tahtacı Türkmenler; cem törenlerinden tutun da çeşitli inanç ve törelerin uygulanışına değin yaptıkları hareketleri basite indirgemişlerdir. Onlara bu zorunluluğu yaşam koşulları getirmiştir. Anadolu halkı, zorunlu olmadıkça inanç ve törelerinden ödün vermez. Hatta bazı uygulamalar birbirine çok yakın bile olsa, doğrusunun kendisinin uyguladığı olduğunda sonuna değin direnir. Kolay kolay başka uygulamayı kabul etmez. Örneğin: Bir yazarımız musahiplik konusunda yazdığı bir kitabında "On-Oniki yaşlarında musahip tutulabilir" derken, bir başkası kesinlikle "olmaz öyle şey" deyip, işin içinden çıkıveriyor. Bunları da göz önünde tutarak, Tahtacı Türkmenlerdeki musahipliği, araştırmalarımı ve gözlemlerimi de katarak en gerçekçi şekilde anlatmaya çalışacağım.
Musahip Kavli
Musahip kavli, iki ailenin bir araya gelerek, musahip olmaya karar vermeleridir. Bu, bir ön anlaşmadır. İlk teklif ailelerden birisinden gelebildiği gibi (bunun bir onur meselesi sayıldığı veya olabileceği hallerde) üçüncü bir kişinin arabuluculuğu ile de olur. Bu arabulucu yaşta ve yolda ileri olanlardan birisidir. Örneğin: "Ben sizin Musahip olmama uygun görüyorum" veya (daha yakın olanlar) "Biz sizi filanca ile musahip edeceğiz" gibi sözlerle taraflara ilk sinyaller verilir. Bundan sonra ailecek gidip gelmeler sıklaşır. Çocuklar birbirlerine daha yakın davranır. Zaten birlikte konup göçtükleri için birbirlerinin çok yanlarını tanımaktadırlar. Bu konuda fazla ince eleyip sık dokumaya gerek yoktur. Musahip olacakları aileyi belirleyen karı-koca, kararı verip teklifi götürmeden önce kendileri başbaşa verip, konuyu enine boyuna tartışır. Bunu ikisinden başka kimse bilmez. Bu arada birkaç teklif alınmış olabileceği gibi onların da teklif götürecekleri adaylar olabilir. Karı-koca kiminle musahip olacaklarına karar verirken, koca daha ziyade karısını dinler. Zira onun çekeceği yük daha ağırdır. Buna rağmen bazı kadınlar babalarından veya analarından vasiyet almış olurlar. O takdirde kocaları ne derse,o olur. Buna çok az raslandığı gibi hem demokratik olmaz, hem de kadının hakkı zedelenmiş olur. En az kocası kadar karısının da seçme hakkı vardır. Böylece ilk kavil karı-koca arasında yapılır:
· Seçilen adayla nasıl bir ilişkiye gireceklerini,
· hangi konularda nasıl anlaşabileceklerini,
· maddi manevi güçlerini nasıl birleştireceklerini,
· hangi konularda rahatlayıp, hangi konularda sıkıntıya gireceklerini,
· karşı tarafın kişiliklerine göre toplumda nasıl bir saygınlık kazanacaklarını,
· olumlu olumsuz yanlarının neler olabileceğini,
· neşe ve üzüntüde birlikte olup olmayacaklarını,
uzun uzun inceliyerek karı-koca kesin karara varırlar. Karşı tarafa iletirler. Bundan sonra iki aile arasında musahip kavli başlar.
Dedenin gelme durumuna göre nerede ne zaman musahip olacaklarını konuşurlar. Musahip olduktan sonra nasıl davranacaklarını, hangi konularda yardımlaşabileceklerini, hangi konularda yardımlaşamıyacaklarını, ince ince detaylarına kadar inerek kararlaştırırlar. Bu işin ağırlık derecesini de daha önce musahip olanlardan duymuşlardır. Yeteri kadar bilgi sahibidirler. Musahip kavlinde en önemli husus, kıskanma meselesidir. Eşler birbirlerini kıskanmaya başlarsa, ikinci gün dargınlık ve kırgınlıklar başlar. Böyle olup da ölünceye değin dargın kalmış musahipli aileler gördüm. Aksi de oldu. Uzun yıllar musahipli kalıp birbirlerini hiç kırmayanlara da çok rasladım.
Dede gelince, kesin karar vermiş olan iki aile önce dede ile özel olarak konuşur; ne gibi hazırlıklar yapacaklarını öğrenirler. Dedenin bildirdiği güne yetiştirmek üzere hemen hazırlığa girişirler. Örneğin erkekler kurbanlık koyun, dolu, mezelik gibi şeyleri almaya giderken, kadınlar da yere kadar inen "içeri köyneğini, könçeğini" diker, üstüne giyeceği kumaş entere (üç etek)yi hazırlar, basma bağlayacağı, ternik, yırtma, annılık, çingil, ilmeçer, tomaka gibi malzemeleri yeniler. Boyunlarına takacakları karanfil veya boy dizisini hazırlarlar. Erkekler için beyaz gömlek ve beyaz uzun don hazırlanır. Baş için takke yeterlidir. Bu arada genellikle yeşil renkli ipek kumaştan dikilmiş 1-2 parmak eninde dört adet kement özel olarak dikilir.
İki aile için bir kurban yeterlidir. Tüm masraflar orta ortaya ödenir.
Aşina-Peşine-Çiğildaş
Musahiplik, Aşina, Peşine gibi dört kapının yalnız Yanyatır Ocağı'na bağlı olan Tahtacı Türkmenlerde vardır. Hacıemirli Ocağı'na bağlı Tahtacılarda ise, musahiplikten sonrası yoktur. Halen dedelik yapmakta olan, Hacıemirli rehberi Bayram Kemancı'yı Aydın'ın Kızılcapınar Köyü'ndeki evinde geçen ay ziyaret ettim. Konuyu açtım. Doğruladı; ancak savunmasını da yapmayı ihmal etmedi: ve Çiğildaşlık
"Musahiplikten sonrası yoktur. Her insanın bir yol kardeşi (ahratlığı) olur. Buna musahip denir. Sahip olmaktan gelir. İki aile birbirlerini kardeş olarak seçerler. Bunun töreni, tüm Alevi oymaklarında aynıdır. Musahip olan iki aile birbirini iyi tanıyacak ki,Aşina olacaklar. Yorum yapmaksızın birbirlerinin peşinden gidecekler, yani birlikte iş yapacaklar, birlikte ağlayıp birlikte gülecekler buna da peşinde olma anlamında Peşine denmiştir. Çiğildaş denmesinin sebebi de bu kurulan yoldaşlıktan üreyen kişiler çağıl taşları gibi çoğalacak, akrabalık katarı genişleyecektir.''
diye bir savunma yaptı ama bizce tutarlı değil. ZiraYanyatırlar bunuBuyrukhükümlerine göre yürüttükleri gibi diğer üç kapıyı kurumlaştırmışlardır. O halde bu dört kapı yalnızYanyatır Ocağı'na bağlı Tahtacıları kapsamaktadır.
Özverme
Özverme, Aşina olmak isteyen ailelerin, bağımsız kalmaları için, yapılan törene denir. Musahiplikte yeterince kaldıktan sonra, ikinci kapıya geçmek isteyen aileler biraraya gelirler. Belli bir törenden geçtikten sonra, birbirlerine Aşina olabilmeleri için, izin verirler. Bu bir nevi ayrılmadır. Ama, özdeki kardeşlik ve diğer akrabalarına olan yakınlık sürer. Bir kimse, dört kapının tamamını bile geçse, gene de musahibinden kopmaz. Dolayısıyla dört kapıda buluşan canlar, büyük bir halka oluştururlar. Bu halka o kadar büyür ki, bir aile dört kapıdaki tüm canların kendileri ve yakın akrabalarıyla bütünleşir. Bu bütünleşme sonunda, yüzlerce, binlerce kişi aynı duyguya sahip katarlar oluştururlar.
Özverme işlemi, musahip töreni içinde yapılır. Bağımsız olarak özverme olmaz. öz verecek kimseler, musahiplikteki gibi hazırlık yaparlar. Uygulama da aynıdır. Örneğin, çiftler müşterek kurban keserler. Cem erenleri toplanır. Delil uyanır. Eşikten niyaz ederek meydana geçilir. Niyaza varılır. Şah-ı Merdan döşeği atılır. İki musahip eşleri ile birlikte erkâna yatarlar. Şaplak vurulur. Kalkıp hayırlılarını alırlar. Yerlerine dönerler. Özverme işlemi burada biter. Bundan sonra musahip olacaklar için, tören sürer. 12 hizmet tamamlanır. 12 erkân sonuçlanır. Hem musahip hem de özverme töreni, birlikte yenen kurbanla sona erer. Ancak aynı törende, daha önce özünü vermiş Aşina olacaklar varsa onların da işi görülebilir. Kısaca, Aşina, Peşine, Çiğildaş olmak için, mutlaka meydan açılması, yani musahip töreni yapılması şarttır. Buradan şu sonuç çıkar. Alevilerde cemin özü musahiplik törenidir.
Aşina
Daha önce özünü vermiş olmak koşuluyla anlaşan iki (musahipli) aile, Aşina olabilir. Ancak bu tören daha basittir. Maddi yükü de fazla değildir. Bir horoz -Cebrail- ve bir yarımlık dolu yeterlidir. Meydanda Musahiplik ve özverme gibi işler bitince dede, Aşina olacak kişileri çağırır. Erkâna yatırır. Kalkarlar, diz çökerler. Dede, özvermiş olanların dolusundan, her birine birer tane verir. İçerler. Niyazlaşırlar. Hayırlılarını alıp yerlerine otururlar.
Atılan sofraya önce Aşina olanlann Cebrailleri gelir. Dede, sofrasında oturan Aşinalılara Cebraillerden birer lokma verir. Bundan sonrası, musahip törenindeki sırayı takip ederek, sona erer.
Peşine
Yanyatır Ocağı'na bağlı Tahtacılarda üçüncü kapıPeşine kapısıdır. Kişi yolda merhale aldıkça, hem olgunlaşır, hem de kendi toplumunda saygınlık kazanır. Buna "yol büyüklüğü" denir. Yaşı küçük bile olsa, yolda büyük olanlar, her mecliste önde gelir. Örneğin, meydana geçerken, dededen sonra sıra, yol büyüğünündür. Cem dışında da her gittiği yerde, yol büyüklerine ayrı bir saygı gösterilir.
Peşine olmak için özverme işlemine gerek yoktur. Cebrail de istemez. O işi bir elma ile hallederler. Yük iyice hafiflemiştir. Peşine olmak için, bir elma ve bir yarımlık dolu yeterlidir.
Aşina'da olduğu gibi musahip ve özverenlerin işmeli bittikten sonra, dede önce Aşina, sonra daPeşine olacakları çağırır. Aşina olanların dolusundan her birine birer tane verir. Daha sonra dedePeşine adaylarını ortaklaşa alarak, getirdiği tek elmayı dörde bölerek, her parçayı birisine verir. Yerler. Niyazlaşırlar. Hayırlılarını alıp yerlerine otururlar. Görüldügü gibi Aşina ve Peşine töreninde Mürebbiye ihtiyaç yoktur. Ancak onları yedecek, Aşinalı veya Peşineli bir çifte ihtiyaç vardır. Aksi halde katedilen mertebe geçersiz sayılır.
Bu arada şunu da belirtelim ki, musahiplikten sonraki kapıları açacak olan dede'nin mutlaka Aşinalı olması gereklidir.
Çiğildaş
Rıza Yetişen, bu sözcüğün anlamını "çile çekenler" olarak açıklıyorsa da "Omuzdaş" "yol arkadaşı" anlamına gelen "Çiğildaş" sözcüğünün değişikliğe uğramışı veya bir benzeri olması ihtimali daha çok akla yakındır. Kaldı ki, aynı sözcük bazı oymaklarda "Çinğildaş" olarak da söylenmektedir.
Tahtacı Türkmen oymaklarındaki dört kapı, grup hareketidir. Bektaşilikteki "Dervişlik" kurumu ile bağıntısı olmadığı halde, "çile çekenler" olarak tanımlanması bizce yanlıştır. Yunus Emre'nin Taptuk Emre'nin, Kaygusuz Abdal'ın da Abdal Musa'nın kapısında kırk yıl hizmet edip çile çektikten sonra "Pir" mertebesine ulaşmalarıyla Çiğildaşlığı birbirine karıştırmamak gerekir.
Tahtacı Türkmen Alevilerinde kadının olmadığı (ister din içi, ister din dışı olsun) hiç bir toplantı yoktur. Dolayısıyla dördüncü kapı olan Çiğildaşlık, en güzel anlamını Çiğildaş'ta bulmaktadır. Yani iki aile birbirlerini tam kardeş ilan ederse, birbirlerini ölünceye değin omuzlarında taşımak zorundadırlar.Çiğildaş, kendisine muhtaç olduğu zaman, yol arkadaşına sürekli veren kişidir. O kadar olgunluğa ulaşmıştır ki, "ölmeden ölmüş", "tüm dünya nimetlerinden arınmış", "Tanrı ile bütünleşmiş" kişidir. Çiğildaş olabilenlerin yaşamında, kötülük değil, iyilik vardır. Çirkinlik değil, güzellik vardır. Eğrilik değil, doğruluk vardır. Kısaca ulu kişilerdir bunlar.
Ne yazık ki, elimdeki yazılı ve canlı kaynaklar içinde Tahtacılarda Çiğildaş olmuş bir kişinin öyküsüne rastlamadım. Isparta'da yaşayan 95'lik ihtiyar Ali Nacak,
"Çiğildaş ismi geçer ama hiç görmedik. Atalarımızdan da duymadık böyle kişiler olduğunu"
demek suretiyle, daha özlü araştırmamızı karanlıklara gömmektedir.
Çiğildaşlık töreni, bu mertebeye ulaşan çiftlerin, dolu ve elma bölüştürülerek taliplere sadece ilan edilmesi ile biter. Cemdeki en saygın yer, onlarındır. Meydana da geçmeden yerlerini alırlar. Sonuçta sadece dede hayırlı verir.
İkrar
Tahtacı Alevilerinde en önemli konu ikrardır. Bu nedenle ikrar olmayan kişi Alevi sayılmaz. Anlamı; söz verme, and içme, yemin etmedir.
Yeni yetmelik çağını atlatan her erkek ve her evli kadın, törenleikrarverir. Hazır bulunan topluluk da bu söz verişi onaylar. "İkrar olsun'' dendiği zaman, bu yemin bozulmaz. Kesinlikle verilen söz yerine getirilir. Bozulursa, karşılığı (cezası) çok ağırdır. Her kişi kaldıramaz.
Eski Türklerdeki and içme de bir tür ikrardır. Türkmenlerin Hakanlarını seçerken yaptıkları and içme törenleri, Tahtacı Türkmenlerin ikrar törenleri ile büyük benzerlik gösterirler. Örneğin: Türkmenlerde Kaan seçilecek kişi, bir post üzerine oturur. Diğer boy beyleri, bu postun kenarlarından tutarak, onu dokuz defa kaldırır indirirler. Sonra, boynuna ipekten yapılmış bir bağ bağlarlar. Devlet işlerini doğru yapacağına dair yemin ettirirler, tören de biterdi.
Alevilikteki ikrar töreni de ufak bir nüans farkı ile buna çok yakındır. Sadece, postta oturan yöneticidir. İkrar verenlerse, posttan tutan taliplerdir. Bu törene, sonradan sulu bir nesnenin de içilmesi eklenmiştir. Belki de eskiden beri Türklerin bazı törenlerde içtikleri kımız, Tahtacı-Alevilerde yerini "dem" ile "dolu" denilen içkiye bırakmış olabilir.
Dede Korkud'da geçen and içmeler, ikrardan başka bir şey değildir, İslamiyetin kabulünden sonra Kuranıkerim üzerine yapılan yeminler, çok yerde geçerliliğini korumaktadır.
Tüm Anadolu Alevilerinde olduğu gibi Tahtacı Türkmenlerde de ikrar töreni 900 yıldan beri yapıla gelmektedir. Topluluk huzurunda namus ve şeref sözü vermek için yapılan törene "ikrar töreni" bunun için yapılan toplanmaya da "ikrar cemi" denir. İkrarı alınan kişi cemde kendisini Tanrı huzurunda sayar. Yani, yemini Tanrı huzurunda vermiş olur ki, Aleviliğe ilk adımını atmış olur. Bu yemini de bozamaz. Aksi halde yükünün ağır olduğunu, yukarıda konu etmiştik.
İkrarı alınan kişiye ilk öğüt "Dinğ dinleme"dir. Sizin veya bir başkasının aleyhine söylenen sözü dinlemek, hele onu ifşa etmek ikrarın bozulmaşı demektir. Hz. Ali, "Birinin aleyhine söylenen sözü dinleyen, o sözü söyleyen gibidir" diyor. Bu suçu işleyen kişinin ceza çekerek yükten kurtulabileceği düşünülemez bile.
İkrarı Alınacak Kişide Aranacak Nitelikler
1. Müslüman olmak.
2. 15 yaşını bitirmis, yeni yetmelik çağına girmiş olmak.
3. Kendi isteği ile gelmiş olmak.
4. Aklı başında olmak.
5. Vücudu (kendi kendisini yönetecek kadar) kusursuz olmak.
6. Ahlaklı olmak.
7. Alevilik yolundan ayrılmayacak yapıda ve bilinçte olmak.
8. İkrarı alınmadan önce yaptığı hata ve kötülüklerden arınmış olmak.
9. Kadın evli ise kocasının, bekârsa velisinin iznini almış olmak.
10.Verdiği sözü tutacak, yaptığı yemini bozmayacak kadar inançlı olmak.
11.Sevecen olmak. (Dil, din, ırk gözetmeksizin tüm insanları sevmek)
12.Merhametli olmak.
İkrar töreni, Hz. Muhammed'e (İslamı kabul edenlerin) biat etmeleri töreni ile benzerlik taşımaktadır. Sadece şu fark vardır. Biatta kadın erkek ayrı ayrı işlem görürken, Alevilikte evli olanlara, birlikte ikrar alma kolaylığı getirilmiştir.
İkrar alma üç şekilde yapılır:
· Erkek ikrarı alma.
· Erkek kadın birlikte ikrar alma.
· Erkeğin eşliğinde yalnız kadının ikrarını alma.
Erkek İkrarı
Önce ikrar töreni yapılacak Cemevinin salonu düzenlenir. Bu konuda 12 hizmet görevlisi olan herkes üzerine düşeni yapar.
İkrar törenini dede veya baba yönetir. Mürebbi ikrar alamaz. Töreni, musahipli olanlarla, en azından ikrarı olanlar izleyebilirler. Musahipli olma koşulu ile dul kadın ve erkekler de sadece izleyici olabilir. Törene katılan herkes, temiz ve güzel giyinmek zorundadır. Örneğin, erkekler yöreye, iklime ve mevsime göre giyinirlerken, kadınlar içlerine uzun (yere kadar uzanan) köynek onun üzerine de işlemeli Üçetek giyerler. Eski devirlerde koku sürünme olmadığı için, herkes boynuna dizilmiş karanfil takar. Bu âdet bugün (kokuların en güzeli olduğundan) gene sürmektedir. Zira karanfil hiçbir zaman kokusunu kaybetmez.
Odanın düzeni tamamlanıp cemaat yerini aldıktan sonra erkân kurulur. Meydanın görünüşü şöyledir:
Kapıdan girildiği zaman, karşıda ortaya gelecek yerde post üzerinde dede, sağında mürebbi, solunda da gözcü oturur. Erkân bu üç kişiden oluşur. İkrar ceminde önemli görevlerden birisi de delilciliktir. Zira delil uyanmadan tören başlamaz. Delil, sıvı yağ üzerinde yüzen ve genellikle pamuktan yapılan bir nevi kandildir. Bugün elektrik olduğu halde töreyi bozmamak için, delil gene aynı şekilde yapılmakta ve delilci gene başında koruyuculuk görevini yapmaktadır. Elbette bir yanda da yanan elektrik huzmeleri cemevini pırıl pırıl aydınlatmaktadır.
Delilci, göreve başlarken şu hayırlıyı alır:
"Bismi Şah Allah Allah. Delilimiz kadim ola. Muratlar hasıl ola. Tuttuğumuz iler gide. Evimiz ocağımız şen, kısmetimiz gür ola. Şah'ı Merdan Ali yardımcımız ola. Oniki imam, Ondört Masum Pak, Onyedi Kemerbestlerin himmeti üzerimizde hazır ve nazır ola. Şavkımız (ışığımız) Şah-ı Merdan şavkı ola. Gerçekler demine hü.."
Hayırlıdan sonra delilci, dedeye yakın kuytu bir yere konan (yanmakta olan) delili beklemeye koyulur.
Cem erenleri belli kurallarla içeriye alınır. İçeri geçme bittikten sonra, ayakta topluca eşik hayırlısı alınır. Meydanın düzenlenişinde son iş döşek'in gelmesidir. Ana-bacı (baba veya mürebbi karısıdır) katlayarak sol koltuğuna sıkıştırdığı döşeği getirir. Herkes gibi o da eşiğe niyaz ederek geçer ve önce,"Hü erenler, döşek geliyor" sonra, "Hü pirim, erenler, döşek geliyor" daha sonra da, "Hü Şah'ım erenler döşek geldi" "Destur iman destur Şah" diyerek döşeği dedenin önüne yayar. Dede döşekten niyaz aldıktan sonra, döşek üzerinde darda duran Ana-bacı'ya şu hayırlıyı verir:
"Bismi Şah Allah Allah... Hizmetin kabul ola. Muradın hasıl ola. Tuttuğun ileri gide. Evin ocağın şen, kısmetin gün ola. Şah-ı Merdan yardımcın ola. Fatma Ana şefaatçın ola. Döşeğimiz Şah-ı Merdan döşeği ola. Gerçekler demine hü..."
Hayırlıyı alan Ana-bacı, dardan iner, yerine oturur.
İkrarı alınacak erkekler, yaşlılık sırasına göre arka arkaya dizilir. Boğazlarında birer yağlık (kement) bağlanmıştır. Mürebbi öndekinin kemendinden tutar. Diğerleri de herkes bir öndekinin kemendini arkadan sol elleri ile tutarak dedenin huzuruna gelirler.
Dede uyulması gereken buyrukları gençlerin her birine teker teker söyler. Eline-diline-beline sahip olmak esası ile bütünleşen öğütler şunlardır:
1. Dinğ dinleme.
2. Kov kovlama.
3. Gaybet etme.
4. Elinle koymadığını alma.
5. Gözünle gördüğünü eteğinle ört.
6. Mürşidini hak bil.
7. Teberra anma.
8. Tevella kıl.
9. Küfür etme.
10.Edepsiz söz söyleme.
11.Yalan söyleme.
12.Hırsızlık etme.
Her öğütten sonra genç "Allah eyvallah'' diyerek kabullendiğini ifade eder. Verilen hayırlıdan sonra, boyundaki kementler bele bağlanır.
Dede gençlere topluca (yer yer karşılıklı diyaloğa girerek) geri kalan tarikat öğütlerini verir. Cemaate dönerek:"Yüzler yerde, özler darda, gözler erenler gözü. Nicesiniz bu yeni sofulardan?" diye sorar. Onlar da"Katarları uzun olsun. Evliya muratlarım versin"der. Dede son olarak,"Evvel özünüzü arayın. Sonra Hakk'a yaranın" der. Gençler darda durmaktadırlar. Dede "Dar Hayırlısını" vererek yeni sofuları dardan indirir. Posta niyaz eden geçler, dedenin ve mürebbinin ellerini öptükten sonra birbirileriyle niyazlaşarak, yerlerine oturur. Erkeklerin ikrar töreni bitmiştir.
Kadınların İkrarı
Meydan açılıp erkân tutulduğu zaman ikrarı alınacak erkeklerden sonra, sırada kadınlar varsa, erkeklerle ilgili tören bitince (erkân bozulmadan) kadınların ikrarı alınacaksa, Cebraillerin yenmesiyle tören sona erer. Biz kadınların da sırada olduğunu var sayarak devam edelim.
İkrar töreninin işleyişi bakımından, erkekle kadın arasında pek büyük farklılıklar yoktur. Biz ayrılan yönleri belirtirsek, kadınların da ikrar törenini anlatmış olacağımız için, bu konuyu kısa kesiyoruz. Örneğin: İkrarı alınacak kadınlar (veya eşli kadınlar) meydana katar oluşturarak girer. Bu kez başlarında mürebbi değil, mürebbinin karısı yani Ana-bacı bulunur. Ancak, bu törende salt kadınların ikrarı alınacaksa, meydandaki idareyi Ana-bacı yapar. Erkek de karısı ile birlikte ikrar aldıracaksa, o zaman kadınların dışındaki idareyi mürebbi yerine kocalar yapar. Örneğin, erkâna kapanırken kadınlar tek başlarına değil, kocaları ile birlikte kapanır. Sonuçta eğer ikrarlı değilse kocalar da ikrar aldırmış sayılır. Kocalar ikrarlı ise, tören salt kadınlar için yapılır. Kocaları yardım etmiş olur.
Bu bölümde şunu da vurgulamak gerekir ki, gebe kadın erkâna kapanır; ama ona şaplak (Pençe-i Ali) vurulmaz. Âdet dönemindeki kadının ikrarı alınmaz.
Dede son olarak eşleri birlikte karşısına alır."Evvela özünüzü arayın. Sonra Hakk'a varın. Kendi özünüzle nicesiniz?" diyerek hem öğüt verir, hem soru yöneltir. Karı-koca"Allah eyvallah" dedikten sonra niyazlaşır. Dedenin vereceğiDar Hayırlısı ile törenin sonuna gelinmiş olur.
Sofralar atılır. Pişen Cebrailler ve alınan dolular usul ve erkânına göre içilir ve yenir. İkrar töreninin tümü de böylece bitmiş olur.
Cem
Orta Asya Türk kültüründe, kadınlı erkekli, içkili, kurbanlı toplantıların İslami görünüm içerisindeki uzantıları olan cem, 1930’lardan önce, kapalı toplum özelliği gösteren Tahtacılarda dinsel görünüme sahip olmasının yanında, sosyal örgütlenme ve düzen kurulmasında önemli işlevler üstlenmiştir. Halk mahkemesi görevini yerine getirerek toplumsal düzenin dengesini sağlamıştır.
Cem, kapalı yerde yapılan toplantılardır. Cemin yapıldığı yere cemevi adı verilir.
Alan araştırması yapılan her iki köy aynı ocağa bağlı olduklarından toplantı kuralları aynıdır.
Cem, müzik ve semah eşliğinde yapılan bir ibadet biçimi olarak kabul edilmektedir. Alevi olmayan ya da Alevi felsefesini özümsemeyen kişilerin içkili yemek veya eğlence toplantıları şeklinde yorumlaması, gayri ciddi durumlarla karşılaşma; tarikat toplantısı olarak değerlendirilme korkusu ile cem toplantıları gizli yapılmaktadır. Kongurca ve Türkali’de ibadet ceme sıkıştırılmamıştır. Cem bir okuldur ve kişi burada öğrendiklerini yaşamına aktarabildiğinde ibadetlerini yapmış sayılmaktadır.
Ceme ayin-i cem, topluluk, kalabalık, toplanma gibi anlamlar yüklenmektedir. Araştırma alanında, "Birlik" ve "Hakk’ı görme" anlamını taşımaktadır. Cemde karı kocalık yoktur, kardeşlik vardır. Musahip olanlar Oniki İmam katarına katılmış sayılırlar. Bu nedenle ceme katılacaklar musahipli olmak zorundadır. Ancak, ceme katılma zorunluluğu yoktur. İsteğe bağladır.
Alanda ceme katılma isteğinde bir azalma gözlenmektedir. Gençler arasında musahip olma eğilimi azdır. Tahsil yapanların etkisiyle, inançta azalış, sorgulamada artış ve bu sorgulama sırasında büyüklerden doyurucu bilgi alamadıkları için, öğrenme isteğini yitirerek ilgisiz kalmayı tercih etmektedirler. Oysa büyükler, merak dürtüsü ile ceme girme, dolayısıyla musahip olmayı isteklendirme için bilgi verilmemesi gerektiğine; gerçek bilginin cemde kavranabileceğine inanmaktadırlar. Cemi bir namaz, bir ibadet biçimi sayarlarken, tapma veya tapınma gibi algılanması durumunda rahatsız olmaktadırlar. Allah ile kişi arasında kurulan ilişki vardır ve bu "niyaz"dır. Odak yapılan makam insanın kendisidir. İnsan üzerinden Allah’a bağlanış söz konusudur.
Cemde Alevi felsefesini aktarma aracı olarak bağlama ve semah kullanılır. Bağlamayı çalana sazandar, güvender, zakir, kamber gibi adlar verilir. Dede bağlama çalabilir ama, hizmet sazandarındır. Cemi sazandar yürütür ve çok sayıda nefes, düvazimam bilmek, çalıp söylemek görevidir. Cemde özel yeri olan ve dedenin sağında oturan sazandara semah oynanırken sırt dönülmez. Ancak günlük yaşamda öteki insanlardan bir farkı yoktur.
Cemde dede ve sazandarca çalınıp söylenen deme, nefes ve düvazimamlara cemaatte eşlik edebilir. Tercüman ve Musahiplik ceminde, Kerbelâ’da susuzluktan ölen İmam Hüseyin için su dağıtımında okunan nefesi hep birlikte okurlar.
Cemde belli bir yerleşme düzeni vardır. Dede postuna oturur. Sağında sazandar (kamber, güvender, zakir), solunda delil yer alır. Kadınlar ve erkekler üçlünün karşısında alaca biçimde oturur. Ortada daire şeklinde bırakılan boşluğa "meydan" adı verilir. Yerleşim birbirlerinden niyaz alabilecek şekilde yapılır. Oturuş biçimi çift dizüstü ya da kurarak yapılır.
Kangurca köyünde cemevi yoktur ve cem “Maslahat” sahibinin evi ya da uygun görülen başka bir evde yapılabilmektedir. Türkali köyünde eskiden cemevinde yapılırmış. Ancak, onyedi yıldır kullanılmayan ev, viran olduğu için, tekrar başlatılan cemler, eğitime kapatılmış olan köy ilkokulunda yapılmaktadır. Katılma sayısı çok olduğundan herhangi bir ev, küçük gelmektedir. Köyde kullanılmayan caminin cem evi olarak kullanılması önerisine sıcak bakılmıyor. Bu nedenle cemevi yaptırma girişimleri hızlandırılmıştır.
Cem, her iki köyde de ibadet sayılmasına karşın, bir ibadet yeri olan camiler kullanılmamaktadır. Alanda Dede Ali Ateş’e bunun nedeni sorulduğunda yanıtı:
“Yezitler (muaviyeler) oniki şehit etmişler. Cami dışında ve içinde Hz.Ali’yi kötüleyen yazılar, cami kapı eşiğinde de Hz. Ali’nin adını yazmışlar. Bu nedenle camiye karşı bir tepki oluşmuştur. Cem camide yapılmaz. Zira, Sünni-Alevi kardeştirler ama Sünniler Alevilerle geçinmezler. Şeriat gündüz, tarikât gecedir. Sabah namazı erken, akşam namazı geçtir. İbadet saatleri de uyuşmaz. Ancak, Diyanet izin verirse, cami, cemevi olarak kullanılabilir”
şeklinde olmuştur. Köydeki genel kanı aynıdır.
Cemde dedenin dışında, çeşitli işlerin yapılabilmesi için görevli kişiler bulunur. Bunlar oniki hizmet sahibi adıyla anılırlar. Onikihizmet görevlilerine eşleri ve musahipleri yardımcı olurlar. Onikihizmet erbabı yaptıkları işe göre ad alırlar. Bunlar: Sazandar, Delilci, Pervane, Gözcü, Kurbancı, Sofracı, Sakka, Kütükçü, Şemsi, Salman, İznikçi, Kuyucu. Alevi-Tahtacı-Türkmenlerde oniki sayısı önemlidir. Cemde müzik ve oyun içeren uygulamalar da oniki ile sınırlandırılmıştır. Bunlara "Oniki erkân" adı verilir.
Erkân
Tarikat ulularının koyduğu ve tarikatın yasası durumunda olan ilkeler, kurallar ve törenler bütünü olarak tanımlanan “erkân”, araştırma alanında cemde yapılan müzik ve oyun içeren uygulamaları ifade etmektedir. Daha önce belirtildiği gibi "Oniki erkân" olarak adlandırılmaktadır. Bunlar sırasıyla: Nefes, Oyun, Bağ Dikme, Seki, Tekne, Koyun, Natır, İmamlar, Hen, Kelle, Çoban, Lâle erkânlarıdır.
Nefes Erkânı
Sazandar veya dede, sazı eşliğinde üç nefesi çalar ve söyler. Oyun oynamaz, yanlızca dinlenir. Ezgili olarak söylenen, nükteli, biraz iğneleyici, hece vezni ile düzenlenmiş sözlü bestelerdir. Genel olarak ilâhi gibi okunsa da adı verilmez. Çünkü aralarında, didaktik (talimiye), ilâhi, övgü veya övme (methiye), taşlama (hiciviye), ağıt türü bestelerde bulunmaktadır. Bu yapıtların özel makamlarla okunması zorunludur. Bunlar günlük türküler gibi örneğin; koşma, destan, kalenderi, mani, yiğitleme gibi bestelenmezler. Her nefesin belli bir makam yapısı ve seyri bulunmaktadır. Yer yer, besteye söz döşeme yapıldığı görülmektedir.
Alanda, nefesler söylenirken oyun oynanmadığı, yanlızca dinlendiği için nutuk adı da verilmektedir. Oysa, saz eşliğinde okunanlara "nefes", sazsız okunanlara "nutuk" denildiği bilinmektedir. Alevi-Türkmen-Tahtacılar felsefelerini nefes, deyiş, deme, ağıt, mersiye gibi türlerle aktarırlar.
Muhammad Ali’nin kullarındanım
Ali Aba, nesl-i Haydar'ındanım
İmam-ı Cafer’in mezhebindenim
Derd-i mend Hatayî ihsana geldim.
Kongurca Sazandarı Ali Kaplan, Türkali Sazandarları Hüseyin Çatan ve İsmail Serez “Nefes sizce nedir?” sorusuna aşağıdaki yanıtı vermişlerdir.
"Nefes, yaşamımıza duygu ve irade katan, insanı bir davranışa zorlayan nurdur. Bu nur (ışık) yok olursa yani insan ölürse (mevt) içindeki Tanrı ve onun görüntüsü olan her şey bitmiş, ondan ayrılmış sayılır. Uyur ise, görünen eksilir ve Tanrı'yı içinde saklar; insan için ölüm ve rüya eş anlamlıdır. Ölümde insan bütünüyle yaşamdan kopar; uykuda ise kısmen yaşamdan kopar. Kısaca insan üç haldedir. Uyanıktır, Uykudadır, Ölüdür. Uyanık insan yaşayan, anlayan ve yaratandır. Gerçektir.
Üç gün imiş şu dünyanın sefası
Sefasından fazla imiş cefası
Gerçek erenlerin nutuk, nefesi
Biri kırktır, kırkı birden sayılır
(Pir Sultan)
Arı vardır uçup gezer
Tene tenden seçip gezer
Zahit bizden kaçıp gezer
Arı biziz bal bizdedir
(Eşrefoğlu)
Bunlar insanın durumunu ortaya koyan nefeslerdir.
Okunur nefesler çağrılır düvaz
Hayır nesihatı pirlerden duy yaz
Onda kabul olur bin türlü naz
Fark edip de törelerin bilmeli
Bir nefesten bir imana uymuşlar
Birinin niyazı bine saymışlar
Kaynayıpta kaptan kaba konmuşlar
Haber duymuş dost ağzından canları
Nefes insanları birbirine bağlayan bir nur, bir birliktir. Gerçek insandan gerçek insana bir dost selamıdır"
Görülüyor ki nefes, nutuk cemin içinde bir bölümdür. İster iç cem, ister dış cem olsun nefes erkânı yapılması zorunludur. Alevi ilke ve inançlarını, vahdet-i vücut ilkesini, cemin ritüelini öğreten ve inanca saygıyı pekiştirmek amacı ile yazılmış ve bestelenmiş eserler veya sazeşliği olmadan okunan şiirlerdir. Mahlas’ın söylendiği yerlerde eller yüzü okşayarak niyaz alınır.
Alanda kullanılan nefeslerde Şah Hatayî, Kul Himmet, Pir Sultan Abdal mahlasları geçmektedir. Sazandar Ali Kaplan’a göre:
“Ceme gelenler bu isimleri bildiklerinden, mahlasta niyaz almalarını sağlamak amacı ile şiir başkasının olsa bile, anılan şairlerin mahlaslarının kullanılması gerekmektedir. Ezgilere döşeme yapıldığı açıktır. Amaç içli ağıt olarak okunup çalınmasıdır.”
Cemin başında okunan üç nefes dışında, cem bitiminde en az beş dörtlükten ve "bağlantı nefesi" adı verilen düvaz imam nefesi okunur. Düvazdeh adı da verilen bu nefesler Oniki İmam için yazılıp söylenmektedir. Bu nefesten sonra cem sona erir.
Oyun Erkânı
Nefes erkânı tamamlanınca, cemaat birbiriyle niyazlaşır, oyun erkânı başlar.
Oyun erkânı sazandar tarafından yürütülür. Sazandar çalar, söyler ve oynatır. Dede de oyun erkânını yürütebilir, ama görev sazandarın aslî görevidir. Oyun erkânının temeli semahtır. Semah, bedensel anlatım ile Cebrail’in uçmasını simgeleyen bir oyun kabul edilir ve kolların çırpınışı hem uçmayı hem de günahlardan arınmayı simgeler.
Semah, araştırma alanında gizli bir oyun değildir. Bu nedenle genç ve çocukların semah öğrenmesi ve oynaması kolaydır. Cem dışında dönülen bu semahlara "yoz semah" adı verilir. Çünkü duasız ve ikrârsız kişilerce dönülmektedir. Burada bir noktanın önemini vurgulamak doğru olabilir, o da oynayanların bunun bir ibadet, bir namaz anlamını taşıdığını bilmeleridir.
Sazandar M.Ali Kaya’ya göre:
“insanın hem ibadete hem de oyuna ihtiyacı vardır. ınsanın yaşantısında öteki oyunlar yok ise veya az ise dinî oyunun bu amaçla kullanılması kadar doğal bir yol yoktur.”
Cem içinde oynanan semahlara "erkân semahı" adı verilir. Semah oynayacak kişiler gözcü tarafından cemde hizmet yapan erbablardan seçildiği için "hizmet semahı" adı da verilir. Aynı hizmet erbabı olanlarca oynanamaz. Bacı ve derviş değişik hizmet sahibidir.
Kutsal bir duygu ve görünüm içinde ciddi oynanır. Sağa sola gidişler yoktur, nokta hareketler ve küçük dönüşlerle oynanırken yoz semahlarda sağa sola gidişlerle, dönüşlerde “ah yar, dost yar” gibi sözcüklerle coşku katılır. Sağa sola gidişlerde üçüncü adımı esnemeli yükselişle ters dönüp yürümeye çalışan biçimde oynandığında "çift ayak semahı"; üçüncü adım esnemesiz olarak ters yöne dönülerek devam edilen biçimde oynanırsa "tek ayak semahı" adı verilir. Kadın kolları göğüs yüksekliğinde sağa sola; erkek kolları ağırlama bölümünde baş yüksekliğinde eller yumruk biçiminde aşağıdan yukarıya doğru daireler oluşturur. Yeldirme bölümünde eller ve kolların yapısı aynı kalır ve gidiş yönünün aksine kol göğüse dek; diğeri azıcık sarkık biçimde oynanır.
Sazandar ve Dede’ye sırt dönülmez.
Semahlar Hz. Peygamber'in miraca çıkışını simgeler.
Ağırlama bölümü (Bihanabillah) Mekke ile Mescidil-Aksağ (cami) arasındaki yolculuk;
Yürüyüş bölümü (Seyrallah) Mescid-ül-Aksağ ile sidrei mütalaa arasındaki yolculuk, Allaha çıkış yolu;
Pervaz (uçmak) bölümü (Feraa-fillah) sidrei mütalaakaabu-kavsein, Hz.Muhammed’in Tanrı ile buluştuğu makam.
Musahiplik ceminde üç semah erkânında üçüncü olarak kırklar semahı oynanır. Kırklar semahı cem toplantılarında zorunlu semahların başında oynanan semah olarak bilinse de araştırma alanımızda en son oynanan semahtır. Yeniden doğuşu canlandıran kırklar olayının anısına oynanır.
Orta Oyunu Andıran Erkânlar
Cem törenlerinde kurban kesildikten sonra kurbanın pişmesi beklenirken orta oyunu andıran, gülmece temeline dayalı, ancak içerisinde dinî temalar ve gizli kavramlar taşıyan operetçikler yapılmaktadır.
a) Bağ Dikme Erkânı
Alandaki tespitlere göre üzüm tanesi Kırklar Meclisi'ni simgelediği için bu erkân yapılmaktadır. Altı erkek altı kadın alaca olarak daire biçiminde diz çökerler. Herbiri sırayla, bir üzüm tanesini "Erenler hû ben bağ dikiyom" diyerek, yere koyar ve her biri üzüm tanesini koyduğu yerden "Erenler hû ben bağ bozdum" diyerek ağzı ile alır.
b) Seki Erkânı
Ehl-i beytin kadınlarının Yezit'in askerlerince Kerbelâ’dan çıplak olarak deveye bindirilip gönderilmesini anlatmak için yapılır.
Maslahat sahabe erkek, dizleri üstünde yere kapanır. Bacı gelir.
“Eşe Fatma birgün durdu duaya, ıs kahretti ağdı havaya, Şehriban Ana üryan oldu bindi deveye, gün doğan günahını arıtır, müminleri ceme getirir. Erenler Hû bu seki iyi değilmiş”
diye sorar ve "Desdur imam desdur Şah" diyerek maslahat sahibinin sırtını sıvazlayarak omuzlarından niyaz alır. Eşinin hizmetine göre, örneğin: Delilci ise, "delilcinin niyazı bana hak değilmiş" sorusunu sorarak eşinin niyazını alır. İşlem bir kaç bacı tarafından yinelenir.
Son olarak maslahat sahibinin bacısı gelir. Aynı uygulamayı yapar ve bütün cemaatten niyaz alarak erkeği yerden kaldırır.
c) Tekne Erkânı
Maslahat sahibinin musahibi, yere yüzü yukarı gelecek şekilde sırt üstü yatar. Musahip, herhangi bir nedenle cemde değilse, maslahat sahibi erkek, aynı biçimde yatar.
İki bacı, delilden niyaz alıp boyunlarında tülbent bağlı olarak;
Hadi nöker oduna gidelim
Karıncalı kaba ağaç ekelim
Getirelim odunu cem evine
Lokma kazanının altına yetelim
Evlerinin önü iğde
İğdenin dalları yerde
Bu hacı, hacı oluyor
Anası babası nerde
türküsünü söyleyerek erkeğin yanında diz çökerler. "İmam Hüseyin’in kanlı gömleğini yıkayalım ama kavga etmeyelim", diye diye gömleği yıkıyor gibi yaparlar ve yerde yatan erkeği kaldırırlar. Dededen dualarını alırlar.
Bu erkân neyi simgelediği konusunda bilgi alınamamıştır.
d) Koyun Erkânı
Bir erkek bir bacı dedenin önünde diz çökerler.
Bacı…Duydunuz mu bu koyunun özünü
İmam Ali’ye dönmüş yüzünü
Tercümana kesilen koyunun kanını
Akıtmayın yere damlamasın dediler
deyip, dededen niyaz alıp kalkarlar.
Bu erkân cemlerinin gizliliğini simgeler.
e) Natır Erkânı
Mürşitliğe ulaşma basamaklarını simgeler. Üçler, Mürebbi; yediler, Rehber; onikiler, mürşit olma anlamına gelir. İki erkek ortaya gelir. Birisi yere oturur. Ayakta olana "natır oğlum natır, beni üçlere götür" der. Oğlan onu koltuklarından tutup ileri götürür. Yerdeki, bu kez yedilere götürmesini ister, aynı işlem tekrarlanır. Son olarak onikilere götürmesini ister aynı işlemden sonra dededen dualarını alırlar.
f) İmamlar Erkânı
Oniki İmamlara saygı söylemek için yapılır.
Altı erkek altı bacı yarım daire şeklinde dedenin karşısına otururlar. Ellerini iki dizlerine vurarak:
Allah Allah Allah Aliyel Murtaza’ya eyvallah
Allah Allah Allah ımam Hasan’a eyvallah
Allah Allah Allah ımam Hüseyin’e eyvallah
Allah Allah Allah Zeynel Abidin’e eyvallah
Allah Allah Allah Muhammed Bakır’a eyvallah
Allah Allah Allah Cafer-i Sadık’a eyvallah
Allah Allah Allah Hüseyin Kâzım’a eyvallah
Allah Allah Allah Aliyel Taki’ye eyvallah
Allah Allah Allah Hasanül Asker’e eyvallah
Allah Allah Allah Muhammed Mehdi’ye eyvallah
diyerek erkânı bitirip dededen dualarını alırlar.
g) Hen Erkânı
Altı erkek altı bacı dedenin karşısına yarım daire şeklinde alaca olarak otururlar. Yarım dairenin başına oturan kişiye "erkân başı" denir. Halka dünyayı simgeler. "İmam Hüseyin’e inanılırsa dünyayı sarsabiliriz" düşüncesini dile getirmeye çalışan erkân. "Erkân başı… Bacı hû, Bacı …Hû, Erkân Başı…Al şunu Bacı…Nedir ol Erkân başı…" Hen tekerlemesi söylendikten sonra, sağ el sallanmaya başlar. Tekerleme bir tur bittikten sonra, ikinci turda aynı tekerleme söylendikten sonra sol kol, daha sonra sağ ayak, daha sonra sol ayak, daha sonra baş devreye girer. Bu tekerleme ve uygulama ile vücudun tümü sallanmaya başlar. Dünyayı sarsmayı simgeler. Dededen dualarını alarak erkânı bitirirler.
h) Kelle Erkânı
Kerbelâ’da susuz bırakılarak öldürülen İmam Hüseyin’e ağıt için yapılan erkândır. Bir erkek bir kadının boynuna bir tülbent bağlar ve içeriye şu nefesi okuyarak getirir.
Anası onu vermiş kocaya
Okuya okuya çıkmış hocaya
Binbir kelle istediler geceye
Kellesi tabakta dönen Hüseyin
Kerbelâ çölündeydi onun odası
Yemen ardından gelirdi onun gidası
Dar boylarına nazar eyledi dedesi
Dedesinden imdat bekler İmam Hüseyin
Kerbelâ çölündedir onun çırağı
Yedi münkur vurdu kırdı bardağı
Yalmanı yalmanı gelirdi ördeği
Kerbelâ çölünde susuz kalan Hüseyin
Yürü bre koç beyim kollarım bağlı
Bu münkürün elinden ciğerim dağlı
Dedesi Muhammed Ali’nin oğlu
Dedesinden imdat bekleyen İmam Hüseyin
Nefes bittikten sonra Dededen dualarını alırlar.
ı) Çoban Erkânı
Oniki İmama inanmayı anlatmayı amaçlayan bir erkândır. Altı bacı koyunu, bir erkek koçu temsil etmek üzere çobanın arkasından giderler. Çoban, "Erenler hû melek satmaya geldim" der. Bacılar kuzu gibi melerler. Çoban, koyunları sağıyor gibi yapıp, temsilen üç kova sütü, bol sütlü koyunlar olduğunu göstermek için büyükçe bir kaba koyar. Başka bir çoban melekleri satın almak ister. Çoban melekleri Kırklar aşkına kırk kuruşa satar. Satılan melekler yeni çobanın bilgisini ve becerisini denemek için güçlükler çıkarırlar. Yeniçoban, eski çobana şikâyete gider. Eski çoban tekrar meleklerinin başına geçer, onlara sevgi ve hoşgörü ile yaklaşarak anlaşma yolunu gösterir. Yeni çoban meleklere aynı şekilde davranınca uyum gösterirler. Çoban türküsünü söyler. Dededen dualarını alırlar.
Yüce dağ başından kervanlar gelir
Gittiği yerleri tozlu yol eder
Koyun senin meleyişin beni’del eder
Meleme koyun meleme vaz geç kuzundan
Koyun sen bu kuzuyu kuzuladın mı
Sağını solunu pervazladın mı
Yavrum gelecek diye yollar gözledin mi
Meleme koyun meleme vaz geç kuzundan
Kara koyun koyunların beyidir
Alaca koyun yüreğinin ağıdır
Yaylasını sorarsan Türkmen dağıdır
Meleme koyun meleme vazgeç kuzundan
Koyun sen alaca koyun kuzusu musun
Dertli yüreğimin sızısı mısın
Yoksa anlımın kara yazısı mısın
Meleme koyun meleme vazgeç kuzundan
Korkar oldum şu derenin kurdundan
Koyun gelir kuzu gelmez ardından
Şah Hatayım bende usandım koyunun derdinden
Meleme koyun meleme vazgeç kuzundan
i) Lâle Erkânı
Cemde oniki erkânların sonuncusudur. Lâle en güzel çiçeklerden biri kabul edilir.
Yola giren kişi yeni bir lâle fidanıdır. Bu yolda beslenir, büyür, serpilir, güzelleşir ve hakikâte ulaşır. Altı erkek altı bacı dedenin karşısında alaca olarak ayakta yarım daire oluştururlar. Erkân başı bacısının elinden tutarak ezgiye başlar. "Lâleyi böyle dikerler" diyerek yarım dairedekilerin omuzundan niyaz alarak döner. Onu arkasındaki çift izler. Tur tamamlanınca bu kez "Lâleyi böyle beslerler, sonra Lâleyi böyle biçerler, daha sonra Lâleyi böyle koklarlar" diyerek turlar tamamlanır.
Dedenin önünde niyaz etmek için diz çökerler. Ya birer dolu ya da birer üzüm tanesini erkân başından başlayarak dağıtırlar. Dededen dualarını alırlar ve erkânlar bu erkânla son bulur.
Sonsöz
Kongurca ve Türkali köyü Tahtacılarında, gerek erkân uygulamaları gerekse semahın günlük yaşama taşınabilmesi; dinsel yapıyı korumanın yanı sıra tapınma anlamında ibadeti yadsıma ve eğlence ile ibadeti bütünleştirme çabasını sergilemektedir. İbadetin mekân ve zamana değil, insanın kendisi ve iç dünyasında inanç makamına ulaşabilmesine bağlı olduğu düşünülmektedir. Tespit edilen bulgular, yer yer savunulan “Alevilik bir yaşam felsefesidir” tezinin yansıması olarak görülebilir. Sınırlı bir alanda elde edilen bu veriler, kültürel yapıda tarihsel süreç içinde değişim ve aynı zaman dilimindeki farklılıkları karşılaştırmada; genellemelere gitmede katkıda bulunabilecek malzemeler olarak değerlendirilebilir.
Tahtacılarda Semah
Tahtacı-Alevi kültüründe zengin şiir, müzik ve oyun vardır.
Semah oynamanın edep-erkânı vardır. Ulu orta her yerde, her zaman semah oynanmaz. Ancak ağırbaşlı ve saygın dem-devran sürerken semah oynanır. Daha önce de belirttiğimiz gibi tarikatın ilgili törenlerde, kurban adaklarında, bayramlarda oluşturulan demlerde gençler ya da ermişlerce kadın-erkek karşılıklı oynanır. Sazandar semah havası çalmaya başladığında kadınlardan (bacılardan) biri, ikisi kalkar, semah oynayacakları eri seçer, önüne diz çöker, sağ elini erin sol omuzuna kor, bir o yandan bir bu yandan şakak şakağa tokuşur yani niyaz eder ve sazandarın sol ilerisinde meydana geçer dar’a durur. Erkek de sazandarın sağ ilerisinde yer alır. Ayakları çıplaktır. Sağ ayaklarının baş parmaklarını sol ayaklarının baş parmakları üstüne koyarak karşılıklı duruşurlar. Nefes, söylenmeye başlayınca bacı erkeğe varır, bir kez daha niyaz eder, yerine geçer ve semah başlar:
Engini dağlardan bir yol arzettim
Engini dağlardan bir yol arzettim
Acap Şah’a giden yollar bu mudur, yollar bu mudur
Acap Şah’a giden yollar bu mudur, yollar bu mudur
Sarardım soldum da ayvaya döndüm
Sarardım soldum da ayvaya döndüm
Acap Şah’a giden yollar bu mudur, yollar bu mudur
Acap Şah’a giden yollar bu mudur, yollar bu mudur
Merdanesin deli gönül merdane
Merdanesin deli gönül merdane
Ölüp gidiyorum Şah’ın derdine, aman derdine.
Aladağdan Şah’a kazın yurduna
Aladağdan Şah’a kazın yurduna
Acap Şah’a giden yollar bu mudur, yollar bu mudur
Pir Sultan Abdal’ım coşup giderim
Pir Sultan Abdal’ım coşup giderim
Kaynamış kazan gibi taşıp giderim, taşıp giderim.
Taşıp giderim Allah Allah Allah , Gerçeğin demine Hu!
Havaya göre kollar bir sağa, bir sola salınır, turnalar gibi sanki uçarcasına müziğin ritmiyle karşılıklı oynaşırlar. Semahın bu salınma bölümüne “ağırlama” denir ki, kollardan başka hiç bir hareket yoktur. Bir süre sonra “ağırlama” bölümü biter, “Allah! Allah! Gerçeğin demine Hu!” der sazandar. Kollar dize doğru düşürülür ve sağ elin işaret parmağı dudaklara götürülerek niyaz edilir. Arkasından semahın “yeldirme” bölümü başlar:
Ay ile yıldızın da yar yar ooof,
Hayaline düşerim
Acap Şah’a giden yollar bu mudur
Acap Şah’a giden yollar bu mudur
Oyuncular sazandara dikey olarak müziğe uyup bir ileri bir geri gider gelir, hem de kol hareketleriyle el ele geldikleri olur. Ardından da “çark” başlar, Sazandara sırt vermeden yani arkalarını dönmeden hem kendi etraflarında, hem de meydan etrafında birbirlerine yüz ve el vererek dönerler. Bu dönüş dünyanın kendi etrafında ve güneşin etrafındaki dönüşünü simgeler. Oysa pek çokları, Aleviler bile semahın Muhammed’den, Ali’den kaldığını söyler; ama hiç bir dayanakları yoktur. Üstelik Araplarda öylesi bir oyun bile yoktur. Şiilerde de semah diye bir şey bilinmez zaten. Ancak, Türkmenistan’da, Azerbaycan’da bazı oyunlarda semahlarda olduğu gibi kol salınmaları yansıyor. Semah, düpedüz Alevilerin eski göreneklerine, inançlarına dayanarak oluşturdukları kendilerine has bir oyundur. Yine oyuna dönelim:
Hünkarım, Beyim aman, Sultanım canım, aman
Dönüver Fidan boylum, Şah Alim Şah, Şah Alim Şah
Bu arada, demde bulunan herkes müziğin ritmine uyup şaplak çalarak tempo tutarlar. Sonra yine yeldirme başlar:
Sürülerimiz vardı da yar yar off!.... Dolar eksilir
Ala tekelerimiz de dalda asılır
Gırcı boran tuttu yollar kesilir
Ardından çark, (oyuncular çark ederken yine şaplak çalınır):
Hünkarım Beyim aman aman, Sultanım canım,
Dönüver fidan boylum, Şah Alim Şah Şah, Şah Şah Alim
Yine yeldirme:
Pir Sultan Abdal’ım coşup giderim
Kaynamış kazan gibi taşıp giderim
Kaynamış kazan gibi taşıp giderim
Ay ile yıldızın hayaline de düşerim
Acap Şah’a giden yollar bu mudur
Acap Şah’a giden yollar bu mudur
Bir kez daha çark (çarklarda üç kez dönülür):
Yar medet medet, Medet imanım Şah, Şah Alim Şah!
Şah seven Şah desin
Alim Şaah Şah, Şaah Şah ey!..
Ve yine yeldirmeye geçilir. Acap Şah’a giden yollar bu mudur derken hemen bağlantıya geçilir. “Allah Allah Allah, Gerçeğin demine Hu!” diyerek oyun bitirilir. Oyuncular sazandarın ya da mürşidin önünde diz gelir, yere niyaz eder. Yani toprağı öpmüş olurlar. Ardından kutsal içki sunulur. Bacı önce erine doluyu sunar, sonra mürşide, mürebbiye, sazandara ve sıra ile demde bulunan herkese dolu verir, niyazlaşır, bu arada sazandar da nefesin ya da oyunun bağlantısını verir:
Alevi-Tahtacılarda Müziğin İşlevi
Bu yazı, Alevi-Türkmen-Tahtacı kültüründe müziğin işlevini açıklamaya yöneliktir.
Yaşamımızda sözlü müzik yapıtlarının, davranışı düzenleme gücü ve etkisine karşın olarak; davranışın da müzik yapıtlarını düzenleme gücü ve etkisinin varlığını ortaya koymaktadır. Bir kültürde sözlü müzik ve sistem arasındaki denge ile dengesizliği çözümleme çalışmaları; temel felsefeyi, ses sistemini ve toplumun dil örgüsünü kavrayarak, yaşatma olanaklarını sağlayacaktır.
Kültür ↔ Müzik ilişkisi; insanın müziği tarihsel süreç içinde nasıl düzenlediği; nasıl yarattığı; nasıl algıladığı; nasıl davrandığı; dizileri nasıl işlediği; denge ile dengesizliğin etkisini belirleyebilecektir.
Türkülerle gömün beni
Samahlarla salın beni
diye vasiyet eden Alevilerde; sözlü müziğin ağırlıklı bir işlevi vardır. Yaşam biçimini, felsefesini ve ilkelerini benimseten; disiplin sağlayan bir araçtır. Cem, ölüm, Muharrem, hıdrellez gibi toplantılarda söylenen taşlama, ağıt, deyiş, nefes gibi eserlerde sözlü müziğin gücünü görebiliriz.
“Alevi-Bektaşi Müziği”, “Anadolu halkının dindışı müziği”, “Gizli Türk Halk Musikisi”, “Dinsel Tören Müziği” gibi hatalı adlandırmalar, müzik hakkında doyurucu bilgi vermeyen yanılgılara sürükleyebilmektedir.
Alevi kültürünün sözlü müziğinde, düvazimam, deyiş, miraçlama, mersiye, semah, nefes akla gelmektedir. Oysa bir kısmı müzikte kurulan semah oyununu ifade etmektedir. Ezgileri, hem davranışı oluşturmak hem de davranışı durdurmak gibi bir karakter taşır. Sözler, kuşkusuz birer simge olarak kullanılmaktadır. Sözlü müzik, tarihi olaylarla uygulamaları aktarma, öğretme ve bilinçlendirme ilkeleri benimsetmek için bir araçtır. Ezgi ve tartımsal yapı / tartımsal buyruk’un etkileme gücüyle ilke ve simgeleri beyne işlemektedir.
Sözün anlamı; oyun, söz ve müzik bütünleşmesiyle gizli bir anlatımda karşımıza çıkmaktadır. Öz anlam, Alevi-Türkmen-Tahtacı ilke ve simgelerini bilmekle kavranabilecektir.
Sekahün şerbetin ezip içtiler
Mest olup cümlesi serden geçtiler
Şah Hüseyin’im deyip hep ağlaştılar
İçip ol şerbeti mestane geldim “
Hatayi
dizeleri, Kırklar Meclisi'ni bilmeyen için bir anlam ifade etmez... Kırklar Meclisi, Peygamberin benlik duygusunu aşarak, Kırkların arasına girip; duaya durup, bir üzüm tanesini ezip serçeşme suyu ile karıştırarak Kırklarla birlikte içip, mest olup semah dönmelerini anlatmaktadır.
Musahip musahiple ayrı işledir kârı
Şıh sofu süreğinde yoktur yeri
Onlara lânet etti şıhların Pir’i
Buyurdu Muhammed böyledir Ali
Musahip musahiple nice bozula
Onların defterlerine günah yazıla
Balı gitmiş arı gibi sızlaya
Buyurdu Muhammed böyledir Ali
Hatayi
dizeleri, musahipliği bilmeyen biri için anlaşılmaz olabilecektir.
Yaşamları boyunca herhangi birisinin ölmesi durumunda bile maddi ve manevi açıdan tam bir dayanışma içinde olma sözü veren iki çifte musahip denir. Yol kardeşliği adı da verilir.
Alevi felsefesinin temel ilkelerinden olan “Eline-diline-beline sahip ol” ilkesini şu dizelerde görebiliriz:
Sofu bilir sofunun halinden
Girsem bahçesine dersem gülünden
Sofuya ölüm yoktur amma
Ya elinden ya belinden ya dilinden
Hatayi
Bu kültürde "Kadın’ın" önemli bir yeri vardır.
Sofu bilir sofunun halinden
Girsem bahçesine dersem gülünden
Sofuya ölüm yoktur amma
Ya elinden ya belinden ya dilinden
Hatayi
|
|
|
|
|
|
Heute waren schon 9 Besucher (13 Hits) hier! |