|
 |
|
Hüü Canlar |
|
|
|
|
|
 |
|
TAHTACILARDA GELENEK |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Doğum Gelenekleri
Gebelik:
Kadın, gebeliği ilk önce uygun bir dille duyurulur. Eşler birlikte kızın evine giderler. Anne adayı, mutlu haberi kendi annesine iletir. Anne de eşine söyler, tüm aile bu mutlu olayı kutlar. Bazı yörelerde horoz kurban edildiği bile olur. Mutluluk haberini duyan aile, kızları ve damatlarına hediyeler verir. Bebek için giysiler, yatak malzemesi gibi hazırlıklar yapılır. Eltiler, görümceler, oğlan ve kız annesi, gelinin arkadaşları, gebe kadının doğum hazırlıklarına yardımcı olurlar.
Gebe gelinin baş bağlaması:
Gebe kaldığını anlayan gelin, durumu kaynanasına bildirir. Durumu öğrenen kaynana, sevinçle bir kasaba gider ve 7 adet koyun kellesi alır. Bunları yıkar, temizler, bir kazanda kaynatır. Kelle yemeği olarak hazırlar. Yanına pilav, komposto, tatlı vb. de yapar. Mevsim meyvelerini de katarak sofraya getirir. Gelinin akranı, yeni evli gelinleri bu sofraya davet eder. Gelin ve arkadaşları yemeklerini yer, türküler söyler, oyunlar oynar.
Geline yakasız köyneğini, üç eteklerini, kısa enli cepkenini giydirirler. Giysileri giydirilirken selavat getirirler. Gelinin başı, renkli poşularla bağlanır; poşunun üzerine altından veya gümüşten takılar takılır. Bu poşular 7 renktir. Her rengin ucu birer metre kadar uzunlukta sırttan aşağı sarkıtılır. Ayrıca bir kırmızı poşu ile de gelinin ağzı örtülür.
Gelin, bu sırada konuşmaz. Eşi, kaynata ve kaynanası, yakınları, arkadaşları baş bağlanmasının arkasından hediyeler (anmalık) verirler. Konuşmasını isterler. Gebe kalan, başı bağlanan gelin, artık aile içinde statü kazanmıştır. Gelinin eteğine, çocuk şapkası ve başörtüsü koyarlar. Gelin, eteğiyle bunları 3 kez havalandırır. Etekteki şapkayı kapan konuk gelinlerden birinin oğlu olacağı, başörtüsünü kapanın ise, kızı olacağına inanılır. Bu atış üç kez tekrarlanır. Son atışta şapkayı ve başörtülerini kapan gelinler, bunlara sahip olur. Başı bağlanmış olan gelin artık konuşmaya başlar.
Gebelikle ilgili ve gebelik süresince uygulamalar:
· Kadın, gebeliği süresince, al basmasın diye başına al örtü bağlar.
· Gelinin ağırlığı düşmesin diye boynuna altın takılır.
· Nazarı önlemek için ise, göz boncuğu ve maşallah gibi takılar takılır.
· Kadın gebeliği sırasında al yanaklı, güzel yüzlü ise, oğlan doğuracak demektir.
· Kadının karnı büyükçe ve yukarıda ise kız doğuracak şeklinde yorumlanır.
· Aşeren kadın, çirkin bulduğu şeylere bakmaz, kelle yemez.
Gebe kadın için “kız kasıkta, oğlan karında durur” derler. Kız çocuğunun doğumu sırasında kasık, oğlan çocuğunun doğumunda annenin sırtı ağrır.
Aşerme sırasında kadına, özlemini duyduğu herşey yedirilir.
· Aşeren kadına sakız çiğnetilmez, sevmediği yiyecekler yedirilmez.
· Çirkin bulduğu korktuğu, çekindiği şeylere baktırılmaz.
· Tilkiye bakarsa çocuğunun sinsi, tavşana bakarsa yarık dudaklı, mandaya bakarsa hantal olacağına inanılır.
· Çirkin bulduğu kadına da erkeğe de bakmaz.
· Gebe kadına çevresindekilerce sürekli iyimser ve neşeli olması öğütlenir.
Doğum:
Yaşamın başlangıcı olan doğum, her toplum gibi Tahtacılarda da çok çok önemsenir. Duygular yoğunlaşır. Çünkü, doğum olağanüstü bir olaydır. Soyun sürmesi demek olan doğumdan önce; doğum kolay olsun diye:
· Çeşmenin musluğu açılır.
· Oklavalar kırılır.
Her obanın doğuma yardımcı bir ebesi vardır o çağırılır. Komşu-akraba olan becerikli kadınlar da doğum için çağırılır. Çocuğun giysileri hazırlanır, bir kazan su kaynatılır. Bu su ile doğuma yardımcı tüm kadınlar, ellerini yıkarlar. Gebe kadını, sancısı gelsin diye iki kadın kollarından tutar yürütür. Sonra bir battaniye içine kadını yatırır sallarlar. Bundan amaç, çocuğun karında doğuma hazır duruma gelmesidir. Bu arada kadınlar, gebe kadının kasığını çekerler. Doğum zor oluyorsa, tavana bir ip bağlanır, kadın ipten tutunup güç alarak ıkınır, rahim avuç içi kadar açılırsa çocuk doğuma hazır demektir. Ebe, kasığa basar, yardımcı kadınlar sürekli gebe kadına moral vererek cesaretlendirir. Doğan erkek çocuk ise, sevinç daha fazla olur. Ailenin başka oğulları olsa bile bu sevinç değişmez. Doğumdan sonra çocuğun eşi düşer, düşmezse ebe elini yıkar, zeytinyağı ile yağlar, göbek bağından tutarak eşi çıkarır. Çıkarılan eş, evin uzağında ayak basmayacak bir yere gömülür.
Göbek kesme:
Ebe eliyle çocuğun göbeğiyle eşi arasında bir karışlık boşluk bırakır. Elini çıkıntılı göbeğin üzerine koyduktan sonra keser. Göbek bağı ikiye katlanır, çok sıkı olarak bağlanır. Sıkı bağlanmazsa, bebek ölür. Bir hafta içinde göbek bağı kuruyarak kendiliğinden düşer.
Çocuk kız ise, bir çeyiz sandığına veya dikiş makinesinin çekmecesinde göbek bağı saklanır. Doğan çocuk erkek ise, göbek bağı okulun bahçesine “okusun, adam olsun”dileğiyle gömülür. Kız için, ayağı evde olsun, evcil olsun dileğiyle göbek bağı mutlaka evin içinde saklanır.
Doğumdan sonra kadına soğuk su verilmez, üşütmesin diye kekik kaynatılır. Bir gün boyunca çocuğa ılık şekerli su verilir. Bu arada karın bölgesindeki kan aksın ve kadın göbekli olmasın diye, karnı bir çarşafla sıkılır ve bağlanır. Gebe kadın bu bağ ile birkaç gün kalır. Ağrı olursa arpa unu, soğan, kekik, un yoğrularak yakı edilir ve karına bağlanır.
İlk anne sütü, ayak deyip çiğnenmeyecek bir yere sağılır, çocuğa verilmez. İkinci süt, ilk birkaç damlasından sonra çocuğa içirtilir. İlk süt verilirken memede çatlama olmasın diye soğan kesilir, yara üzerine sürülür. Kadın yatağına çocuğuyla birlikte yatırılır, konu-komşu çorba ve pelte pişirerek kutlamaya gelirler. “Analı-babalı büyüsün”, “yaşı uzun olsun” genellikle ana dilekleridir.
Bebek görümü:
Soyu sürdürmenin belgesi olan bebek doğunca oba, köy büyük sevince boğulur. Hemen bir kişi baba adayına müjdeci gönderilir. Baba müjdeciyi ödüllendirir. Gücüne göre armağanlar verir.
· Bebeğin yüzü sürekli sarı bir örtü ile “sarılık olmasın” diye örtülüdür.
· Anne ise albasmasın diye al örtülür.
· Yastığın altında ise, bir bıçak ve ekmek bulunur.
Bu albasmaması için bir önlemdir. Baba, çocuğu görmeye geldiğinde elinde eşine görümlük adlı hediyeyi getirir. Çocuğa “maşallah” der öyle bakar, aile büyükleri ve yakınları anneye ve çocuğa görümlükle gelirler. 40’ı çıkmayan çocuk dışarı çıkarılmaz. Bazen zorda kalınırsa 20’sinde dışarı çıkarılır. Anne de zorunlu kalmazsa, dışarı çıkmaz, uzaklara gitmez, ağır iş yapmaz, yük kaldırmaz, ayrıca 40 günlük süre içerisinde eşiyle yatmaz. Evde anne yalnız bırakılmaz. Deneyimli bir kadın “görümce, kaynana, anne” gibi bulunur. Çocuğun beslenmesi, temizliği, sağlığı ve annenin sağlığıyla bunlar ilgilenir. Eğer anne bilmiyorsa, çocuğu deneyimli kadınlar beler. Kimi yerde çocuk beşiğe alınır. Beşiğe yatırılan çocuğa kundak yapılmaz, bez bağlanmaz. Beşiğin altında lazımlık bulunur. Buna Isparta ve Antalya yöresinde “sülbüş” denir.
Kadın çocuğu emzirirken, beşikte sarılı bebeğin üzerine eğilir öyle emzirir, çocuk kundaktaysa annenin kucağına verilir.
· 40’lı kadın cenazeye gitmez, gitmek zorunda kalırsa, cenaze suyunun üzerinden atlatılır, eli-yüzü cenaze suyuyla yıkatılır.
· Başka bir kırklı kadınla karşılaşırsa, karşılıklı iğne değişirler.
· 40’ıncı günü bir tasın içine 40 adet küçük taş, 40 adet gül veya mevsim çiçeği atılır. Kimileri 40 taş yerine 40 metal para atarlar. Bu tastaki suyu süzerler, bunu 39’ar kez annenin ve çocuğun üzerine dökerler, 40’ıncı su kalan suyun tümüdür bu da dökülür, böylece kadın ve çocuk ayrı ayrı kırklanmış olur.
Çocuğa giysisi giydirilir.Kimi yerleşim birimlerinde anne çocukla birlikte kırklanır. Şimdilerde kent ve kasabalara yerleşen Tahtacılar, kırklı kadın ve çocuğu hamama götürüyorlar.
· Nazarı değen kadın varsa, çocuk ona gösterilmez.
· Kadın görürse, bir parça giysisinden bez kesilerek alınır.
Çocuğu olmayan kadına Antalya yöresinde “Kasnak” adı verilir. Sütü olmayan kadının yerine başka bir kadın çocuğa süt verir, buna süt annesi denir. Nazar değmesin diye nazar boncuğu, üzerlik, çöre otu, sarımsak kökü ile nazarlık yapılır, çocuğun kundağı veya yatağına asılır. Çocuk devamlı ağlarsa, kurşun dökülür. Önceki çocukları kız olanlar, oğlan olsun diye kızlarına Songül, Sonnur, Yeter, Döne, Döndü gibi adlar verilir. Yeniden kız doğarsa, Kısmet adı verilir. Çocuğu yaşamayanlar ise Dursun adını verirler.
Ad verme:
Anne-baba, çocuğuna adını kendileri koymaz, aile büyüklerine bırakırlar. Oğlan olursa şu kız olursa bu gibi değerlendirmeler yapılır. Genellikle eski ataların adları yaşatılır. Doğumun yedinci günü çocuk tuzlanır. Tuz yemeği adı altında köylüye bir yemek verilir. Bu yemeğe yalnız köyün kadınları çağrılır. Bir yandan çocuk tuzlanır, diğer yandan da tespit edilen ad çocuğa verilir.
Daha önceleri ölmüş ataların adları verilirken şimdi Özlem, Özgür, Sevgi, Barış, Umut, Türkü, Pınar, Irmak, Deniz gibi adlar konmaktadır. Eski ve geleneksel Ali, Fatma, Veli, Gülsüm, Emine, Zeynep, Hasan, Hüseyin gibi isimler daha az konmaktadır.
Köylerde aşerme, albasması, alkarası, kırklama, nazar değmesi, “gözdeğmesi”, 40 basması gibi olgular, azalarak da olsa yaşamaktadır. Eğitim oranı yükseldikçe, bu tür olgular yerini yitirmektedir. Günümüzde köy ebelerinin yerini, diplomalı ebeler almışsa da birçok köyde ve ağaç kesimi yapılan obalarda köy ebesinin doğurttuğu kadın sayısı hayli fazladır.
Tahtacı Türkmenlerde Baş Bağlama
Baş bağlama, yeni gelinlere uygulanan bir törendir. Bazı yörelerde gerdeğin ikinci günü, bazı yörelerde kaçarak evlenmelerde, gelinin hamile kalmasından sonra, bazı yörelerde ise (bu çoğunluktur), ister kaçarak ister düğünle evlenilsin, kadının hamile kalıp genç kızlıktan ayrılıp kadınlığa adımını atmak anlamına gelir. O artık evinin kadını olacaktır. Hele işin içine çocuk da girince bu törenden sonra kadın kendisini evine ve kocasına verir. Çocuk, kadını eve bağlayan en güçlü unsur olduğu için, hamile kalmayan veya hamile olup da çocuğu canlanmayan (örneğin düşme tehlikesi olan veya ölü doğabileceği ihtimali olan hallerde) gelinin başı bağlanmaz.
Tahtacı Türkmenlerde baş bağlama töreninde birliktelik vardır. Örneğin, törenin başlangıcından bitişine değin yapılan uygulamalar aynıdır. Ancak başa takılan süslerde ufak tefek farklılıklar olabilir. Bu da çok önemli farklılık sayılmaz.
Hamile kalan gelinin çocuğunun rahminde canlandığını haber alan kaynana sevinçlidir. Hemen hazırlığa girişir. Gerekli olan giysi ve takıları temin edebileceği zamanı hesap ederek, baş bağlayacağı günü ev halkıyla birlikte kararlaştırır.
Baş bağlama törenini "Anabacı" yönetir. Anabacı, dede veya mürebbi karısıdır. Anabacı yoksa, kocası sağ, ilk çocuğu ölmemiş, sözü dinlenir, görmüş geçirmiş kişilik sahibi bir kadın da yönetebilir. Bu nitelikleri olmayan kadın baş bağlama töreni yönetemez.
Törene salt evli kadınlar katılırlar. Bir yandan o gün için özel hazırlanmış yemekler pişerken, bir yandan da baş bağlama törenine geçilir. Gelinin bütün iç giysileri yeni dikilmiştir. Başı bağlanacak olan gelin uzun elbisesi ile ortaya gelir. Endamı güzel olanlar için, o ortaya gelirken sağdan soldan "Maşşallah" sesleri duyulur. Anabacı, önce, gelinin topuğuna kadar inen iç köyneğini giydirir. Ancak, köyneğe eteğinden toplayıp başından geçireceği sırada durur ve "Selavat, sallala Muhammad'e selavat" der; "Kutlu olsun" diye yanıt verirler. Giydirmeyi geciktiren anabacı "Ya Ali" diyerek gömleği giydirir. Selavatla giydirilen her giyside, aynı yol izlenir. Sıra ile şunlar giydirilir:
1. İç köynek: (selavatlı) İç köynekten sonra, üçetek giydirilir.
2. Üçetek: Selavatlı olarak giydirilir. Ancak ön iki etek, biraz sonra bağlanacak bağa uçlarından tutturulur. Aşağıya sallanmaz.
3. Kuşak: Özel olarak kadınlar için dokunmuştur. Kare şeklindedir. İkiye üçe katlanarak ucuna dikilen ipin yardımı ile bele sarılır. Belin ısınmasına ve dik durmasına yarar. Özellikle Tahtacı kadınları ağır işte çalıştıkları için kuşaksız durmazlar.
4. Bağ: Yapılırken kadınları en çok uğraştıran parçadır. Ustalık ister. Her kaynana gelinin bağını kendisi yapmak ister ama, beceremiyenler para ile bir başkasına yaptırır. Bele iki kez dolanacak kadar uzunlukta, el genişliğinde herhangi bir kumaştan yapılır. Üzerine çesitli boncuk ve pullar dikilerek adeta bir sanat sergilenir bağda. Bunlardan sonra da deve boncuğundan eşit aralıklarla dört beş tane daire süs yapılır. Çok emek verebilen ve becerikli olan kadınlar bu dairelerin ortasına ona göre kestirilmiş aynalar oturturlar. Ki uzak mesafelerden gelin gelirken göz alsın diye. Eğer ipekten peştamal varsa bu bağ peştemalın da üstüne bağlanır. Bağ bağlama selavatsız yapılır.
Sıra başa gelmiştir:
5. Ternik: Hali vakti yerinde olan, sonra gelinin olma koşulu ile terniğin öne gelen kısmını altın paralarla süsler. Olmayan gümüş para ile süsleyebilir. Ternikteki paraların sayısı zenginlik ölçüsüdür. Bir sıraya bir koşar denir. Terniğe kaynana kaç koşar altın dikerse o kadar hali vakti yerinde sayılır.
6. Yırtma: Kalınca kumaştan dokunmuş yazma. Genellikle sarı renktedir. Üzeri simle işlenmiştir. Boyun altından geçip kulakları da örtecek kadar büyüktür. Çene altından geçirilip başta düğümlenir. Üç düğüm atılır. Selavatlanarak başa bağlanır.
7. Annılık: Genellikle yeşil ve kırmızı ipekli parçalarının birbirine ulanmasından meydana gelir. Eni normal bir alım örtecek kadardır. Orta yere al ve kırmızının birleştiği yer getirilir. Onun üzerine de boncuklu cıngıl bağlanır. Her ikisi de selavatsız takılır.
8. İlmeçer: Çenenin altından alınarak, yanlarda birer çengelle tutuşturulan ve üzerinde yer yer madeni paralarla boncukların sallandığı bir parçadır. (Cıngıl ve ilmeçeri, salt boncuklar dizerek genç kızlar da takabilirler.
9. Tomaka: Başın sağ ve sol yanından çene hizasına kadar sarkıtılan büyük gümüş paralar takılı iki ayrı parça. Tomaka yapımının zorluğu ve pahalıya mal olması dolayısiyle her geline takılamayabilir.
10.Karanfil dizisi: Kurutulmuş karanfil tohumu, iki sıra halinde ipe dizilir ve boyuna asılır. Karanfilin özelliği kokusunu sonuna kadar taşımış olmasıdır. Gelinler genellikle yatarken güzel kokması için boyunlarına takarlar. Karyolasının baş kısmına asanlar da vardır. Karanfil selavatsız takılır.
11.Boy dizisi: Karanfil gibi hoş kokulu bir çiçek tohumu. Boy da kokusunu kaybetmez. Baş bağlanırken (genellikle Akdeniz ve Ege bölgesi Tahtacılarında) karanfille birlikte (veya salt) boy dizisi de takılır. Ancak bu da selavatsız takılır.
12.Ağıza yaşmak: Baş bağlama töreni gelinin ağzına yaşmak bağlama ele sona erer. Anlamı, gelinin az konuşmasının istenmesidir. Ağzındaki yaşmağı kocası akşam, bir armağan vererek açar. Artık gelin, çeneli olmayacak, kocasına bağlı olacaktır.
Tören bitmiştir ama, töre sona ermemiştir. Baş bağlama bittikten sonra, Anabacı, çeşitli çocuk giysilerini eteğine doldurur, üç kez gelinin eteğine boşaltır geri alır. Sonunda gelinin başından arkasına doğru eteğindeki giysileri havaya fırlatır. Hazır bulunanlar kapışırlar. Eline erkek giysisi gecenin erkek, kız giysisi gecenin kızı olacağına inanılır. istediğinin tersi düşenler yüzlerini buruştururken, istediği geçenler sevinirler.
Gelin bir köşeye çekilir. Ortaya sofra serilir. Gelinin kaynanası, baş bağlanacağını, aynı günün sabahı ev ev dolaşarak komşulara haber verir. İşi olmayan mutlak katılır. Zira "bugün sana ise yarın bana"dır. Gelenlerin kalabalık olması durumunda birkaç sofra birden atılır ortaya, ilk önce kurban kesilmişse veya et pazardan alınmışsa Kelle yemeği gelir.
Bu tirit şeklinde sulu yemektir. Etler didilerek veya küçük parçalar halinde kelle suyu ile pişirilir. Kellenin yalnız olarak yenmesinden sonra, takviye olarak çeşitli yemekler ikram edilir. Üzerine tatlı veya meyve verilir. Anabacı ayakta yemeğin yenişini de yönetir. Ekmeği bitenlere ekmek, su isteyenlere su verdirir. Yemek tam bir neşe içinde, birbirlerine laf atmalar şeklinde devam eder.
Yemekten sonra eller yıkanır. Akşama semah kurulmayacaksa eğlenceye geçilir. Kadınlar taklit yaparak, fıkra anlatarak veya eşliğinde türkü söyleyip oyunlar oynayarak hoşça vakit geçirirler. Akşama semah kurulacaksa eğlence faslı olmaz. Herkes evine dağılır. Giderken herkes "Bir yastıkta kocamaları", "Sağ salim doğum yapması" gibi dualar ederler.
Tahtacılarda Ölü Gömme Geleneği
İnsan, belirli bir "kültür çevresi"nde dünyaya gelir, gelişir ve ölür. Bireyin kimliği, bu "kültür çevresi"nde oluşur. "Kültür çevresi", bu anlamda bireye kimlik kazandıran bir işlevi üstlenmiştir. Daha doğmadan, doğacak çocuğun adı çerçevesinde yapılan tartışmalar ve ad belirleme, onun kültürel kimliğinin şekillenmeye başlamasının birer göstergeleridir. Cinsiyet rollerinin nasıl olmasının gerektiği ve buna bağlı olarak hangi renkte elbiselerin giydirileceğinin tasarlanması, hep kültürel kimlikle ilgili işlemleri içermektedir. Bu anlamda birey, özgür değildir.
Bireyin belirli bir "kültür çevresi"nde, ait olduğu kültüre özgü davranış kalıplarını kazanması, bütün yaşamı boyunca süregelen bir süreçtir. Bu anlamda ünlü Fransız etnoloğu Arnold van Gennep (1909)'in "rites de Passage" olarak belirli dönemlere ayırıp sistemleştirdiği söz konusu süreç, bireyin yaşamındaki üç önemli dönemi kapsamaktadır: Doğum, evlenme ve ölüm. Her dönem, bir bölük âdet, tören ve dinî ile büyüsel işlemlerden oluşmaktadır (kim örnekler için bkz. Acıpayamlı 1974; Örnek 1966; 1979). Nasıl ki bireyin adını belirleme özgürlüğü, ait olduğu "kültür çevresi" içerisinde yoksa -kimi ender durumlarda birey yine kültürel olarak reşit kabul edildiği yaşta ya da bu yaştan sonra adını kültürce kabul edilen normlar çerçevesinde değiştirebilmektedir- geleneksel toplumlarda öldükten sonra bireyin nasıl gömüleceğine ilişkin özgür bir seçim hakkı da bulunmamaktadır. Kaldı ki, bireyin herhangi bir konuda yapabileceği seçim ile ilgili hakkı, yine "kültür çevresi" tarafından belirlenmektedir.
Yaşamın üç önemli döneminde bireyin kültürel seçiciliği ya da seçimi, genelde evlenmeyle ilgili dönem için söz konusu olabilmektedir. Ancak, bu dönemde bile seçim, bireyin kazandığı kültürel kalıplar yoluyladır. O halde, bireyin en fazla özgür olarak kendini hissedebileceği dönem, evlenme dönemi olmasına karşın, yine de kültür başat unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Yaşamda bireyin kültürel seçiciliğinin hiç olmadığı bir dönem, doğum ile ilgili dönemdir. Burada, tamamen "kültür çevresi" işin içindedir. Özellikle geleneksel toplumlarda, bu döneme üçüncü geçiş dönemi olan ölüm ile ilgili dönem de eklenmektedir. Burada ele alınacak konu ölümle ilgili dönemden yalnızca ölü gömme geleneğinin ortaya konulmasıdır. "Kültür çevresi" olarak ise, genel anlamda Alevi bir topluluk olan "Tahtacılar"a özgü "kültür çevresi" seçilmiştir. Ancak, "Tahtacı kültür çevresi" oldukça geniş bir coğrafi alanı kapsadığından (bkz. Andrews 1989:288-294), söz konusu çevre daraltılarak Antalya Elmalı'nın Akçay Bucağına bağlı bir Tahtacı köyü olan Akçaeniş, ölü gömme geleneği açısından ele alınmıştır (Tahtacılarda ölüm ve ölü gömme gelenekleri için bkz. ve krş. Süleyman Fikri 1927:489; Yusuf Ziya 1930:75-80; Toros 1938; Yılmaz 1948:79-88; Roux ve Özbayrı 1965: 62-66; Yetişen 1986:49-52; Üçyıldız 1991:27; Küçük 1995: 121-123).
Köyde ölü gömme geleneğini, ilk ve son aşama ya da hazırlık ve gömme aşaması olarak iki kısma ayırmak mümkündür. Ölüm olayı oluştuğu andan başlayarak, cenaze namazının kılındığı ana kadar olan işlemleri ilk aşama ya da hazırlık aşaması; ölü ile ilgili cenaze namazından sonra olan ve onun gömülmesini de kapsayan işlemleri ise son aşama ya da gömme aşaması olarak görmekteyiz.
a) Hazırlık Aşaması: Yıkama-Kefenleme-Giydirme
Köyde herhangi bir ölüm olayı oluştuğunda, ölü gömme geleneğiyle ilgili ilk aşama ya da hazırlık aşaması başlar. Söz konusu durum akşam vaktine doğru oluşmuşsa, ölünün gömülmesi ertesi güne bırakılmaktadır. Buna, "ölünün gecelemesi" denilir. "Ölünün gecelemesi"nin gerektiği durumlarda, köyde o anda bulunan "zakir"ler sabaha kadar saz çalarak beyitler okurlar. Evdeki herkes ağlar. Bu arada ölünün konulması için üç katlı kefen alınır ve ölüye göre kefenin hazırlanmasına başlanılırken, bu arada ölünün ne zaman gömüleceği de kararlaştırılır. Ölü, evde elbiseleri tamamen çıkarılarak, kefene konulur. Üç katlı kefenin iki katı, ölünün boydan boya ve enden örtülmesini sağlayacak şekilde kesilir. Ölüyü tamamen örten iki katlı ve dış kefen olarak niteleyebileceğimiz bu kefenin altına, "yakasız gömlek" denilen ve iç kefeni oluşturan ancak ölünün boydan boya örtülmesini sağlamayan, bir kefen daha konulur. Ölünün baş kısmı açıkta kalacak şekilde, yakasız bir gömlek olarak gövdesini saran iç kefeninin uzunluğu, boyundan dizlere kadardır. Ölünün "yakasız gömlek" adı verilen iç kefenine, onun cinsel organını örttüğü için, "sır örtüsü" de denilir.
Ölünün, gömüleceği gün, önce yıkanması gereklidir. Ölen kişi erkek ise onu yıkayan kişi de erkektir. Eğer kadınsa, yıkayan kişi bu kez kadındır. Ölünün yıkanması, ona yapılacak son hizmetlerden biridir. Ölüyü yıkayacak kişi, bu hizmeti gerçekleştirmeden önce, üç sabun torbasının içine, koni şeklinde ve avuca alınacak kadar büyüklükte sabun kıyar. Bu arada, üç "tarat bezi" ile bir örtü ve "kurutma havlusu" hazırlanır. Ölüyü yıkayacak kişinin önünde ise "peştemal" denilen bir bez ya da havlu bulunmaktadır. Herkes ölü yıkayamaz. Bunun için, önce ölü yıkamanın geleneksel kurallarını bilen ya da öğrenen bir kişinin olması gereklidir. Bu kişinin Sünnî ve cami imamı olmaması genel kuraldır. Onun Alevî olarak bir "dede", "mürebbî" ya da "talip" olup olmamasıysa, önemli değildir. Önemli olan, onun ölü yıkama ile ilgili kuralları bilmesidir. Ölünün bütün vücudu, yıkanır. Söz konusu yıkama işleminde sıcak su kullanılır. Ölüyü yıkayan kişi, onun cinsel organının kıllı bölgelerini temizlemelidir. Tarat bezleri ile ölü taratlandırılır. Ölen kişi eğer erkekse ve sakalı uzamışsa, sakalı traş edilir. Ancak, bıyığına dokunulmaz.
Ölü yıkandıktan sonra, kurutma havlusu ile silinir ve ölümün konulacağı tabut ya da diğer bir deyişle "sal ağacı" hazırlanır. Ölüyü tamamen örten iki kat kefen "sal ağacı"na döşenir. Ölüye yıkandıktan sonra, ilk önce iç çamaşırı olan aklet ve donu, iç çamaşırdan sonra pijaması giydirilir. Ölünün ayağına çorap giydirilmesi, hiçbir zaman unutulmaz. En son olarak, ölüye elbiseleri giydirilmektedir. Ölünün giydirilmesi yıkanıldığı yerde yapıldığı gibi, bazan "sal ağacı"nda da yapılabilir. Bu konuda kesin bir kural bulunmamaktadır. Ancak, kesin olan bir şey vardır ki, o da "sal ağacı"na "yastık" konulmasıdır. Giydirilerek "sal ağacı"na konulan ya da "sal ağacı"nda giydirilen ölünün çenesi, burada kafatasına bağlanır. Köydeki deyişiyle "çene çatılır". Hemen sonra ölünün her iki ayağının başparmağı da birbirine bağlanır ve kollar vücudun yanına uzatılır. Bu işlemlerden sonra, "sır örtüsü" örtülür. Bundan sonra sıra "veda ziyareti"ne gelir. Akrabaları, arkadaşları ve tanıdıkları ölüyle vedalaşır ve helâlleşir. Küçükler, ölünün sağ elini öper. Yaşıtlarıyla büyükleri, ölünün yanağının dudaklarıyla birleştiği kısmı, önce sol sonra sağ ve bir kez daha soldan "ya Allah, ya Muhammed, ya Ali" diyerek öperler. Kefen, ayakla baş kısmından bağlanır. "Sal ağacı"nın kapağı kapatılır ve "sal ağacı", dışarıdan "yeşil" renkli bir "sal örtüsü" ya da bir battaniyeyle sarılır. Ölünün yıkandığı yerde, onu yıkayan kişi, bu işlemlerden sonra orada bulunan herkesin duyabileceği bir şekilde şöyle der: "Allahım, bu mevtanın taksiratlarını affeyle. Ona geçen haklarımız helâl olsun. Cemaat! Mevtaya olan haklarını herkes helâl etsin!" Bunun üzerine ölünün yanında olan herkes üç kez "helâl olsun" der.
Geçiş: Cenaze Namazı
Gömülmek üzere hazırlanmış ve "sal ağacı"na konulmuş ölünün "cenaze namazı"nın kılınması gerekli olan bir koşuldur. Ölü "sal ağacı" ile "cenaze namazı"nın kılınacağı "cami"ye götürülür. "Cenaze namazı", bu anlamda "hazırlık aşaması"ndan "gömme aşaması"na bir "geçiş"tir. Köyde bulunan caminin belki de tek işlevi budur. Sünnî geleneğe uygun beş vakit namazdan öğle ya da ikindi namazına endeksli bu durumda, öğle ya da ikindi namazını içeride yalnız başına kılan "Sünnî imam", dışarıda "cenaze namazı"nı kıldıran kişi konumundadır.
Köye Sünnî imam gelmeden önce, "cenaze namazı"nı köylünün içinden bu işi bildiği varsayılan bir kişi kıldırmaktaymış. Cami avlusunda toplanan köylü, Sünnî imamın kıldıracağı "cenaze namazı" için, "sal ağacı"nın ve namazı kıldıran kişinin arkasında sıralanır. Üç, beş ya da yedi tane sıra yapılır. Köyde "cenaze namazı" kılınırken, namazı kıldıran kişi, ölünün cinsiyetine göre, eğer erkekse, üç kez "erkek kişi niyetine, Allah için namaza, meyit/ölü için duaya dört tekbir ile uyun imama" der ve arkasından dört kez önce sağa, sonra sola selâm verilirmiş. Daha sonra, önce sağ, sonra da sol el aşağıya sarkıtılarak herkes içinden "fatiha" okurmuş. "Dua" bittiğinde "cenaze namazı"nı kıldıran kişi, "muhterem cemaat, mevtayı nasıl bilirsiniz?" diye sorduğunda orada bulunan herkes "iyi biliriz" yanıtını verirmiş. Bu durum üç kez tekrarlanırmış. En son olarak "cenaze namazı"nı kıldıran kişi, "Allah, taksiratını affetsin" diyerek, namazı bitirirmiş. Ölünün ve "cenaze namazı"nı kıldıran kişinin arkasında sıralanmış cemaat ise, "Allah rahmet eylesin" dermiş. İnanışa göre, bu durum, ölünün "Allah katına kul borçlusu olarak gitmemesinin" bir göstergesidir. Söz konusu soruya verilecek olumsuz yanıt, ölünün yaşarken iyi bir izlenim bırakmadığının bir sonucu olarak görülmektedir. Ancak, bugüne kadar, bu sorunun olumsuz yanıtlanması söz konusu olmamış. Yine inanışa göre, cennet ve cehennem, bu dünyada bitmektedir. Ölünün "iyi" anılması, bu dünyada iyi şeyler yaptığının ifadesidir. "Allah katı"na ulaşan kimse için cennet ve cehennem olmamaktadır. O kimse, "Allah" ile bütünleşmektedir. Bunun için de "cenaze namazı"nda kişinin iyi anılması gerekmektedir.
Bir yandan bu uygulamalar olurken, öte yandan da mezar hazırlanmaktadır. Ölen kimsenin cinsiyeti, burada da son derece önemlidir. Çünkü, ölü erkekse, mezar aşağıya doğru, kişinin dik ve yere bastığı varsayılarak erkeğin yerden göbeğinin yüksekliğine kadar; kadınsa, yerden göğsünün yüksekliğine kadar ve boyunun uzunluğu da dikkate alınarak doğudan batıya doğru kazılır. Kıble tarafında kalan bölüm 30-40 cm. toprak altından içeriye doğru kazılır. İçeriye oyulmuş bu bölüme "sapıtma" ya da "koytan" denilir.
b) Son Aşama: Gömme
Ölünün "cenaze namazı" kılındıktan sonra, son aşama olan "gömme aşaması" başlar. Ölü, "sal ağacı"nda omuzlar üzerinde mezarına getirilir. Önce mezarın tabanına bir "döşek" serilir. Boylamasına doğudan batıya doğru kazılan mezarın batı yönüne güneybatıyla kuzeybatıyı birleştirecek şekilde "yastık" konulur. Sonra, "sal ağacı" açılır ve yakınları tarafından "sal ağacı"ndan alınan ölü, üç kişinin yardımıyla mezara indirilir. Baş kısmı batıya ve yüzü yukarıya gelecek şekilde mezara indirilen ölünün elleri, yandadır. Ancak, ölünün vücudu ile başı biraz kıbleye çevrilir. Ölünün kefen bağları bu arada çözülür. Ölen kişi, yaşamında çok hırslı ve cimri olarak tanınıyorsa, "gözünü toprak doyursun" denilerek onu mezara indiren kişiler tarafından gözüne birer tutam toprak atılır. Diğer bir deyişle, bu durumdaki ölünün gözüne atılan toprak, üç tutamdır. Bu uygulamadan sonra, mezarın tabanıyla kuzey duvarının kesiştiği çizgiden başlayarak, uç ve dip kısmı bu çizgiye; diğer ucu yukarıya ve mezarın güney duvarına gelecek şekilde tahtayla doğusundan batısına kadar bir boydan bir boya döşenmesi yapılır. Mezarın açılması için ilk kazmayı ya da çapayı vuran kişi tarafından ilk toprak atılır.
Mezar tamamen toprakla kapatıldıktan sonra, yer ile aynı düzeyde tutulmaz. Yerden daha yüksekte bombeli bırakılır. Bombeli olan mezarın bu kısmı, balık sırtı biçimine getirilir. Mezarın baş tarafı olan batı yönüyle ayak tarafı olan doğu yönüne birer tahta dikilir. Ölünün baş tarafı olan batı yönüne dikilen tahtada onun babasının adı ile kendi adı ile soyadının yanı sıra, doğduğu ve öldüğü tarihleri içeren bilgiler yazılıdır. Bu tahtaya, "baş tahtası" ya da "hece taşı" denilir ve ölünün ayak tarafından çözülen kefen bağı "baş tahtası"na bağlanır. Ölünün ayak tarafı olan doğu yönüne dikilen tahtaya da onun kefeninin baş tarafından çıkan kefen bağı bağlanır. Ölünün gömülmesini kapsayan bu aşama böylece tamamlanır.
Akçaeniş Tahtacılarında ölü gömme geleneğini "yemek geleneği" izler. Ölüm olayı oluştuğunda hemen bir "kurban tığlatılır"/kesilir. Ölü gömüldükten sonra, ölünün akrabaları, tanıdıkları diğer bir deyişle bütün köy halkı "yas yeri yemeği" ya da "kabir yemeği" adı verilen birinci gün akşam yemeğine kendi hazırladığı yemekleriyle gider. Bu yemek, üçüncü gün "üç yemeği", yedinci gün "yedi yemeği", kırkıncı gün "kırk yemeği" olarak tekrarlanır. Bir yıl sonra "yıl yemeği" verilir. Ölenin ailesinin durumu uygunsa, her ölüm yıldönümünde yemek verilir.
Sonuç olarak şu söylenebilir: Yaşamın üç önemli döneminden biri olan ölümle ilgili dönemde, ölen birey, ait olduğu "kültür çevresi"nin kalıplarına göre gömülmektedir. Birey, bu açıdan da diğer alanlarda olduğu gibi, "kültür çevresi"ne bağımlıdır.
Halk İnançları
Anadolu’nun her yerinde olduğu gibi Tahtacıları yaşadığı bölgelerde de halk inançları varlıklarını sürdürmektedir. Yeni yeni kente gelmeleri, Konar-göçerlikten yerleşik düzene en son geçenlerden olmaları, içe dönük bir yaşam sürdürmeleri, halk inançlarını yaşatmalarındaki etkenlerdendir.
Tahtacıların yoğun olarak yaşadıkları Adana, İçel, Antalya, Muğla, Denizli, Isparta, İzmir, Aydın, Manisa, Balıkesir ve Çanakkale illerinde tespit edebildiğim halk inançları:
Ağaç kesimi: Cuma günü ağaç kesimi yapılmaz. İçel ili Anamur ilçesi Patırlar obasında yıllarca önce Tahtacılar ağaç kesimine başlamadan önce “Allah’ım bu ağacı kesmek zorunda kalıyorum, ekmeğim ağaçtan, yaşamak için buna mecburum” diye Allah’a yalvarır. Kesim yapmadan önce ağaçtan özür diler, kurban keser ve obaya dağıtırlar, ardından ağaç kesimine başlarlarmış. Yine Tahtacıların yoğun yaşadıkları birçok bölgelerde ağaç kesilirken; “Allah’ım, ekmeğim için yaş kesiyorum, baş kesmiyorum” denir. Genç ağaca el kalkmaz, gereksiz yere hiç bir ağaç kesilmez.
Al basması: Kadınları genellikle aynı çevreden birbirine yakın zamanda evlenen birinin alı basar. O zaman alı bastığı tahmin edilen kişiden bir al demor (bez) alınır ve aynı bezden verilir. Bu şekilde al basması kalkar.
Ay: Ayın çevresi dumanlı gibi kararmışsa, yağış gelecek demektir. Ay doğarken selavat getirilir.
Aylar ve günlerle ya da zamanla ilgili:
· Kurban bayramından önceki aya “Boş ay” denir. Bu ayda tuz dökülmez. Dökülürse en az yedi zarara uğranır.
· Perşembe günü ikindiden güneş batıncaya kadar su içilmez.
· Cuma günü ev süprülmez, çamaşır yıkanmaz.
· Cumartesi günü ziyarete gidilmez.
· Ağacın katranı ile tuz, öğleden sonra kimseye verilmez.
· Arife günleri mezara yiyecek götürülür, dağıtılır. Fatiha okunur. Her aile kendi yakınlarının mezarını ziyaret eder. Kimsesizlerin mezarlarına tüm köylü gider.
· Arife günü iğne tutulmaz, dikiş dikilmez.
· Lokma, ilk Cuma akşamı köy veya obaca aşure ile birlikte yenir.
· Gece ev süprülmez
· Yakın akraba dışına güneş battıktan sonra soğan, biber gibi acı şeyler verilmez.
Düş yorumu:
· Düşte beyaz giymek iyidir.
· Gündüz günahı alınan insan, gece düşünde uçar.
· Düşte kırmızı giysi bencilliği bildirir. Sarı giysi hastalıktır. Kara renk tez haber, yeşil renk murattır.
· Düşte kız çocuğu görmek sinirlendirici haber, oğlan çocuğu uğrun “gizli” haberdir.
· Delikanlı görmek devlettir.
· Güzel kız iyiye yorumlanır.
· Güleryüzlü yaşlı kadın işlerin düzene girmesidir.
· Çirkin yüzlü kocakarı perişanlıktır.
· Düşte fala baktıranın ayağını kaydırmak isteyen var demektir.
· Kırmızı elma görmek, iyidir. Ham elma iyiye yorulmaz.
· Ayva ve portakal cennet meyvesidir.
· Kısa saç iyiye yorulmaz.
· Aynaya bakan, sevinçli bir haber alır.
· Ölü görmek, diri görmektir.
· Temiz su içmek, ekmek yemek güzel günler yaşanacak demektir.
· Yokuş yükselmeyi, iniş mevki, makam kaybını bildirir.
· At murattır. Renklerine göre yorumlanır.
· Kitap okumak yükselmektir.
· Yılan sinsi, köpek dişli, tilki kurnaz düşmandır.
· Tavşan ayağı kaydırır.
· Kuş haberdir.
· Güvercin dosttur.
· Baykuş ve Akbaba dışındaki kuşlar olumlu yorumlanır.
· Berrak mavi deniz murat almadır.
· Yufka ekmek yapmak, kısmetin ayağa gelmesidir.
· Görülen rakamla ilgili bir şey olur. Rakamı dikkate almalıdır.
· Düşte çift sürmek, kazanlı iş başlangıcıdır.
· Yeşil vadi, işlerin düzgün gitmesidir.
· Fare can sıkıcı olay olacak demektir.
· Düşte deve görmek bir güzellik yaşanacak demektir.
Eşik:
· Eşiğe basılmaz.
· Gelin eşiği öpmeden yeni evine alınmaz. Gelin “niyazım niyaz için, niyazım hak için” der. Eşiğin yanında bulunan oklavayı alır “Fadime anamızın parmağı” deyip, kapının sağ yanına diker içeri öyle geçer.
Eşya: Yolda bulunan eşya yaramaz.
Hayvanlarla ilgili:
· Sevilmeyen hayvanlardan Ayı’nın adı anılmaz ona “falatan” denir veya Isparta yöresinde “kocaoğlan”, “oynayan” adları verilir. Ayı diyene “anırdı”, maymun diyene “maykırdı” derler.
· Domuzun adı anılmadan önce “hak kalmaya” denir, sonra adı anılır.
· Tavşanın adı anılmaz “kulaklıklı” denir.
· Yılan öldüren yılancık hastalığına tutulur.
· Güvercin beslemek uğursuzluk getirir.
· Keklik uğursuzdur.
· Karga evin üzerine konarsa, cenaze çıkacak demektir.
· Turna sesi duyulduğunda, başağrısı geçer.
· Guguk kuşu ötünce baş üç kez taşa vurulur, baş ağrısı geçer.
· Baykuş öterse ölüm olacak demektir.
· Kedi nankördür.
· Horoz: Horoz sadece adak olarak kesilir. Cemin ilerleyen saatlerinde kırklar sofrası aşamasında, ceme bir horoz getirilir, kutsanır. Kutsanan horoz kurban edilir. Bu kurban orada bulunanlarca vecd içinde yenir. Gereksiz yere horoz kesilmez. Muharrem Orucu'nun bitiminde aşure yapılmadan önce horoz ve her Nevruz'da mutlaka horoz kesilir. Cuma akşamları erkân yapılırken, cemdeki düşküne ceza olarak bir horoz bir dolu cezası sık sık verilir. Horoz Cebrail olarak bilinir. Yemini tutmamak için horoz kesilir. Böylece yemin bozulmuş olur. Kurbanlar dört ayaklı hayvanlardan seçilir. Horoz iki ayaklı, adaktır.
Hıdırellez:
· Hıdırellez günü horozlar ötmeden suya girilip yıkanılması sevaptır.
· Hıdırellez günü gecesi un leğene elenir. El değmeden leğen sini ile kapatılır. Sabah açıldığında unun üzerindeki şekil gelecek kısmet olarak yorumlanır.
· Hıdırellez günü sabahı cilde şifa diye sürülür.
İğne-dikiş:
· Yeni doğan kız çocuğunun kaşına çam isinden yorgan iğnesi ile sürme çekilir.
· Arife günü iğne tutulmaz, dikiş dikilmez.
· Gece dikiş dikilmez.
İp: Bekarı olan eve iple bağlı bir yük gelirse, ipin ucu yakılır.
Kan: İlk kanamasındaki kandan yüzüne çalan kız yaşadıkça kırmızı yanaklı olur.
Konuk: Hamur sıçrarsa, konuk gelecek demektir. Konuk evde iken ev süprülmez, konuğa ikram yapıldıktan sonra dışarı çıkarken arka dönülmez. Sigara yandan tutuşursa yola gidilecek demektir.
Kurban:
· Dişi koyun ve keçiden kurban olmaz.
· Tavuk adak olunmaz.
Muharrem ayı:
· Muharrem ayında ağaç kesilmez.
· Değirmende buğday öğütülmez.
· Tırnak kesilmez.
· Traş olunmaz.
· Oyun oynanmaz, eğlenilmez.
· Yumurta, et yenilmez.
· Sade su ve içki içilmez.
· Düğün yapılmaz.
Mutfak eşyaları:
· Kurban yerken çatal kaşık kullanılmaz.
· Komşuya ayran veya süt verilen tas geri alınırken ıslak alınır.
Nazar değmesi-Kurşun dökme:
· Çocuğun keyfi kırılınca (hasta olunca) anne, çocuğunu alır kurşun dökmesini bilen bir kadının yanına gider. Anne, getirdiği ağırlığı -hediye- kurşun dökülecek suyun içine atar. Büyük bir tasın içi suyla doldurulur. İçine iğne, para atılır. Bir tavada eritilmiş olan kurşun, içinde iğne, para ve su bulunan tasa dökülür. Dökülen kurşun sudan alınır. Yeniden eritilir, yine suya dökülür. Bu işlem üçüncü kez yinelenir. Kurşunun birazı bir beze sarılıp herhangi bir yol ayrımına atılır. Bir kısmı çocuğun çiğnine (omuzuna) takılır; bir kısmı ise, evin damına atılır. İçine kurşun dökülen su, uzak ve temiz bir yere dökülür. Bu yer, ayak değmeyecek bir yer olmalıdır. Parayı kurşun döken kadın alır. Başka bir çocuğa verir. İğneyi ise, kurşun döken kadın kırar, atar veya kullanır. Bu şekilde nazar değmesi önlenmeye çalışılır.
· Nazar değen çocuğun başına (seğ/şab) çevrilir. Şab ocağa atılır. Külün içindeki şekil ne ise çocuk ondan korkmuştur.
· Nazara iyi gelsin diye yumurta kabukları bir ipe tesbih gibi dizilir, evin ön yüzüne asılır.
Ocak: Ocağa su dökülmez, tükürülmez.
Ölümle ilgili:
· Yeni evlenmiş genç kız öldüğünde, sal ağacına al kumaş bağlanır. Her ölünün ardından üç gün ateş yakılır. Ölü için ısıtılan suyun tümü kullanılır.
· Yıldız kayarsa, yakında birisi ölecek demektir.
· Köpek uluması hayra yorulmaz.
· Eşek durup dururken silkelenirse, evden cenaze çıkacak demektir.
Su: Göğceliler evden dışarıya su vermezler.
Uğur-Uğursuzluk
· Evin deliğine kara yılan girmesi uğur getirir.
· Boynuzlu yılan görüp kimseye söz etmeyen zengin olur.
· Merdiven altından geçmek uğursuzluk getirir.
Zakkum: Evin çevresine zakkum çiçeği dikilirse büyüden, nazardan ve çeşitli kötülüklerden korur.
|
|
|
|
|
|
Heute waren schon 3 Besucher (5 Hits) hier! |