|
 |
|
Hüü Canlar |
|
|
|
|
|
 |
|
YANYATIR OCAGI |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Durhasan Dede
Tahtacıların Yanyatır Ocağı'nın piri sayılan Durhasan Dede söylenceye göre, Bağdat'tan gelmiş. Babasının adının Feyzi olduğu bilinmektedir.
Mehmet Ali Dede, 1867 yılında bugün Adana'nın Ceyhan ilçesinin Durhasan Dede köyüne bir dergâh yaptırmış. Köyün içinde bir tepenin üzerindeki bu dergâhta Durhasan Dede'nin türbesi bulunmaktadır. Durhasan Dede'li köylüler, alaca nakışlı bir aba giydiklerinden, buranın Tahtacılarına Ala Abalı denilmiş. Kazdağı'na, Narlıdere'ye kasaba tarafına vb. yerlere buradan gitmişler. Ayrıca 18. yy.'da Hacı Emirli ve bazı Tahtacı aşiretlerinin Akhisar, Borlu, Yaykın Demirci, Kula'da yerleşik oldukları görülür.
Sivri Külahlılar Belen ve çevresine yerleşmişlerdir. Bergama, Menemen, Kemalpaşa, Manisa Karaoğlu'nda Cingöz.
Yanyatır Ocağı'nın piri Durhasan Dede, Horasan'a (Meşhed) giderek İmam Rıza'dan secere almış.
Durhasan Dede'nin torunlarından Narlıdere'ye gelen Hızır Dede'dir. Ali Çelebi Bergama yöresinde, Kürklü Hasan Dede, Nif yakınlarındadır.
Çukurova'daki Tahtacılardan Eseli, Gökçeli, Naçarlı Çaylaklar diye anılan aşiret, "Eseli aşireti olup Alametliyiz" demelerine yol açan Kaz ayağını türbe ve mezarlarda yaşatmaktadırlar.
Adana'dan Sultan Mahmud zamanında Tatar postalarını soydukları gerekçesi ile bir süre Rumeli'ye gönderilen sonra Üsküdar'da kalan Eselilere Üsküdarlı adı verilmiştir. Bunlara Çukurova'da Cingöz denilmekte, bazı yörelerde Sivri Külahlı diye anılmaktadırlar. İçlerinden Midilli'ye gidenler vardır.
Nacarlıların bir kısmı Kıbrıs'a Nuriçina kasabasına gitmiştir. Bu olay 1710 yıllarında olmuştur. Ceyhan yakınlarındaki Gökçeli Deresi'nin yakınlarında oturdukları, hayvancılıkla uğraşırken sonradan Tahtacılığa başladıkları bilinmektedir. Evci adı ile de anılırlar.
Ağaçerilerin Suriye'ye sürülmüş olmaları, Durhasan Dede'nin Bağdat'tan geldiği söylencesi Tahtacıların Ağaçerilerin ardılı mı sorusunu akla getirmektedir.
Ala Abalı ya da Alaca Abalı oymağının adı İzmir yöresinde Çobanlı diye anılır. Ala Abalı Tahtacılar, çevre köylüler tarafından Türkmen diye anılırlar.
Adana-Ceyhan Durhasandede Köyü, Ceyhan'ın 20 km. güneyinde Doruk kasabasının 3 km. batısında 50 hanelik bir köydeki Durhasan Dede Türbesi; kare planlı küçük kâgir bir bina olup üzeri kubbe ile örtülüdür. Kapısı üzerindeki Celi Sülüs hatla mermer üzerine dört satır olarak yazılmış kitabesinden H. 1287 / 1870-1871 yılında Yanyatıroğullarından Abidin Efendi tarafından tamir ettirildiğini öğreniyoruz. Durhasan Dede'nin bir adı da "Yanyatır"dır. Bu kolu teşkil eden Tahtacıların piri olup, türbesi bütün Tahtacıların ve yöre kavimlerinin ziyaretgâhıdır.
İzmir'in Narlıdere'de oturan "Yanyatıroğulları" onun soyundan geldiklerini iddia ederler. Türbeyi onartan Abidin Efendi de onun mürşitlerinden olup H. 1294 / 1877'de aynı köyde ölmüştür.
Adana Müzesi Kütüphanesi'nde Durhasan Dede hakkında H. 1129 / 1717 ve H. 1132 / 1720 tarihli iki hücced olduğuna göre; bu türbenin 18.yy'ın ilk çeyreğinde yapıldığını söyleyebiliriz. Esasen türbenin mimari karakteri de bunu doğrulamaktadır.
Rivayete göre Durhasan Dede şimdiki köyüne yerleşmiş. Köylü sevmiş. Eski adı Evci imiş köyün. Durhasan Dede'ye; "Başımızın üstünde yerin var Hasan Çelebi!" demişler. Misis çevresinde insanları iyiliğe çağırmış, Misis'te ölmüş. Vasiyeti gereği Evci Köyü'ne (Durhasan Dede'ye) getirip gömmüşler. Gömülecek yeri şaşırmış, cenazeyi getirenler. Bu arada bir ses, "durr" diye bağırmış. Bunun üzerine köyün adı Durhasan Dede olmuş.
Kapı sundurması altındaki eşikte görülen Kazayağı, Yanyatır Tahtacılarının damgasıdır diye yazıyor.
Durhasan Köyü'nde cemevi yok. 40 yıl öncesine kadar İzmir Narlıdere'den gelen Hızır Dede (Necati) gelmez olmuş. Sonradan hiçbir dede gelmemiş, cem de yapılmaz olmuş. Köye devlet eliyle bir cami yapılmış. Namaza giden yok. Görevli imam da yok.
Muharrem Orucu genellikle kadınlar tarafından tutuluyor. Kadınlar inançlarını sürdürmekte daha istekli görülüyor. Üç eteği yaşlılar biliyor, şimdilerde giyen yok. Hızır orucu da yine ağırlıklı olarak kadınlar tarafından tutuluyor.
Cem olmadığı için semah yaşamıyor. Köyde halk ozanlığı geleneği bitmiş. Bu gelenekten Durhasanlı Hacı Ali Şen'in bir kitabı var.
Köylüler, "Durhasan Dede'nin bir kardeşi olduğunu onun da Misis kasabasına bağlı Kütüklü (Ziyanlı) mezarlığında yattığını, adını Cabbar Dede olarak andıklarını" söylediler. Nacarlı köylüleri genellikle Cabbar Dede'yi ziyaret ederler. Durhasan Dede Cabbar Dede'nin büyüğü diye biliniyor.
Mezarın üzerinde kemerli bir türbe yanında ise yeni yapılmış bir cami var.
Ceyhan ili Kızıldere köyünde Durhasan Dede'nin kızkardeşi olduğu söylenen "Sarıkız Türbesi" var. Türbe, eskiden bir taş yığını şeklinde iken bugün yeniden yapılanmış. Sarıkız efsanesini Kazdağı'na buradan taşısalar gerek. Durhasan Dede'yi, Konya Ereğli, Adana ve çevre illerden Alevi-Sünni herkes ziyaret ediyor.
Türbe üzerindeki yazıyı Durhasanlı Süleyman Derse şöyle okudu:
"Geldi iklim Horasan'dan Cu erbayı mezit verdi.
Ferhas Ovası'nı eyledi ihya, Ferit himmet etti.
Abidin Efendi neslidir deyü. Durhasan Dede'nin türbesi oldu Ali Cedit H. 1387"
Türbenin sundurmasının ilk giriş merdiveninde 15 cm. uzunluğunda Kazayağı çizilidir. Durhasan Dedeli köylülere, "Kazayağı" sizce neyi simgeliyor diye sordum. "Allah, Muhammet, Ali'yi simgeler. Ayrıca Oğuz Türklerinden beri de simgeler" şeklinde konuştular. Köylü "Tahtacı" deyimini bilmiyor. Çevre de öyle adlandırmıyor. Ancak ocaklarını sorduğunuzda Yanyatırlı Ocağı'ndanız diyorlar. Cem olmayınca, musahiplik de yok olmuş. Cem öncesi, cem sonrası yaşanan değerlerde...
Ceyhan yöresinde dört Alevi köyü kalmış. Ağırlığı Maraş'tan gelen Kızıldere, Türkmen Nacarlı, Doğu illerinden gelen Sarıbahçe ve türbenin bulunduğu Durhasan Dede. Durhasan Dede köyü, efsanelerde Lokman Hekim'in ölüme çare aradığı ve bu çareyi bulduğu Cebel Nur Dağı'nın 4-5 km. doğusunda bulunuyor.
Yanyatır ve Hacıemirli ocaklarına bağlı oymaklara gelince:
Şehepli:
Aydın ilinin Reşadiye ilçesinde bulunan Hacı Emirli Ocağı'na bağlıdırlar. İzmir, Bulgurca, Antalya, Osmaniye, Adana ve Içel yöresinde oturmaktadırlar.
Aydınlı:
Adana'da yaşarken Aydın yöresine gelmiş geri dönmüş ya da dağılmış bir aşirettir. Hacı Emirli ve Yanyatır ocaklarına bağlıdırlar.
Kabakçı:
Hacı Emirli Ocağı'na bağlı olan Kabakçılar, Şeheplilere bağlıdırlar. Denizli, Dere Çiftlik, Yeğenağa ve Islahiye'de otururlar.
Çiçili:
Çanakkale yöresinde yaşayan Tahtacı Türkmenleri, bu adla anılırlar.
Kahyalı:
Balıkesir Bergama yöresinde yaşayan Türkmen oymağıdır.
Kokluca:
Cingözler gibi Sivri Külahlılardandır. Midilli dönüşü Sivri Külahlılara Kokluca denilmiştir.
Sivrokülahlı:
Durhasan Dede'nin ardılı Yanyatır Ocağı'na bağlıdırlar. İzmir Urla, Sivrihisar, Kemalpaşa ve Midilli'ye dağılmışlardır. Ağırlıklı Kemalpaşa ilçesindedir.
Biten Yanyatır (Narlıdere) Dedeliği
Asıl konuya geçmeden önce, Tahtacılar hakkında kısa bilgi vermek istiyorum: Bazı tarihçilere göre, 1071 de bazılarına göre ise, ondan da önce Anadolu'ya gelen Türkmen boyudur. Orta-Asya'daki adları, Ağaçeri. Orman adamı demek. Anadola'da da bu uğraşılarını sürdükleri için olacak ki, Tahtacı ismini almışlar. Belki de ilk ağacı tahta haline getirdikleri için böyle çağrıldılar. Bütün yazılı kaynaklar, ilk yerleşim yeri olarak K. Maraş'ı gösteriyor. Ancak, bugün o havalide Tahtacı ismi ile çağrılan ne yer, ne de sülale adı var. Demek ki, Maraş'tan ayrıldıktan sonra, topluca konup göçmüşler ki, isimlerini de birlikte götürmüşler.
Tahtacıları, Çukurova, Akdeniz Bölgesi, Ege Bölgesi ve Marmara bölgelerinin dağlık yörelerinde görüyoruz.Türkmensözcüğü nereden çıktı diyeceksiniz? Kısa bir anımı anlatarak bu bölümü de kapatayım. Yıl 1964 Manisa'da geziyorum. Yaşlıca bir bakkala sordum. Tahtacıları aradığımı söyledim. Yanıtını bugünkü gibi anımsıyorum:
"Manisa içinde yoktur. Ancak ... köyü Tahtacı köyüdür. Şimdi yavaş yavaş şehre inmeye başladılar. Tam ben uzaklaşırken, kulağıma eğildi:
"Yalnız, sakın onlara Tahtacı deme. Kızarlar. Kendilerine Türkmen denmesini isterler."
Yaşlı amcanın dediği çıktı. Gittim. Buldum onları. Tahtacı olduklarını biliyorlar. Ancak "Biz Türkmeniz" diyorlardı. O tarihten sonra, Balıkesir'den itibaren, tüm Marmara Bölgesi'nde Tahtacı değil, Türkmen diye çağrıldıklarını gördüm.
Yalnız, tamamı Tahtacı olduklarını da biliyorlar. İşte ben de buradan hareketle bu topluluğu, Tahtacı Türkmenler olarak incelemeğe karar verdim. Anadolu'daki konar-göçer Türkmenler, hareketlerine veya sosyal yapılarına göre isimler almışlar. Örneğin, yürümek sözcüğünden hareketle salt, sürü besleyen, kilim çul dokuyan konar göçerlere Yörük demişler. Yerleşik düzene geçen Türkmenleri, yerleşim yerlerine göre isimlendirmişler. Ömeğin, Dinar yöresindekilere Çölovası Türkmenleri denmiş. Sülale adıyla çağrılanlar da var. Örneğin: Gaziantep'tekilere Barak Türkmenleri diyoruz. İşte orman işi ile uğraşan ve atalarının Ağaçeri oldukları kesin olan Tahtacılar da Tahtacı Türkmenler olarak isimlenebilir. Zaten büyük bir bölümü salt Tahtacı, bir bölümü de salt Türkmen olarak çağrılmaktadırlar. Tahtacıların tamamı (Alanya'nın Oba Köyü dışında) Alevidirler. Şimdi gelelim asıl konumuza.
Tahtacı Türkmenlerin büyük bir bölümünün dedeleri İzmir'in Narlıdere köyünden gelirlerdi. Son 10-15 yıldan beri çoğu öldüğü ve evlatları da babalarının izinden gitmedikleri için, talip üzerine çıkan dede kalmamıştı. Son mürşit Haydar Coşkun da 1992 yılında ölünce, Narlıdere dedeliği sona ermiş oldu. Adana'nın Ceyhan ilçesi merkez köyünde yatmakta olan ve Yanyatır olarak çağrılan Dur Hasan Dede Ocağı, Narlıdere dedelerinin geliş yeri olarak bilinir. O yüzden Narlıdere dedelerine Yanyatır dendiği gibi ona bağlı olan taliplere de Yanyatır talipleri denir. Bu konuya biraz daha eğilirsek, meseleyi daha iyi kavrarız sanıyorum:
Yanyatır Oğulları, Çobanlı aşireti olarak Horasan'dan gelmişler. Bilinen ilk isim, Şeyh Ekber. İki oğlu olmuş. Buruk Çavuş'un ne olduğu belli değil. İkinci oğlu ise, Dur Hasan Dede, onun yerine geçmiş ve yukarıda konu edilen yere aşireti ile birlikte yerleşmiş, buraya da kendi adını vermiş. Bu köy halen aynı isimle çağrılmakta, Dur Hasan Dede'nin yatırı ziyaretçilerle dolup taşmaktadır. Dur Hasan Dede'nin ölüm tarihi kesin olarak bilinmiyorsa da, Adana Müzesindeki kayıtlardan R. 1122-1132 [M. 1696-1706] yıllarından sonra öldüğü anlaşılıyor.
Dur Hasan Dede'nin tek oğlu, ilk mürşit Hızır Dede iz bırakmadan bu dünyadan ayrılıyor. Onun oğlu Kürklü Hasan Dede, iki oğlu ile Ege'ye yürüyor. Birinci oğlu Ali Efendi Bergama'ya ikinci oğlu Hızır Dede ise, İzmir'in Narlıdere Köyü'ne yerleşiyorlar. Ali Efendi'den üreyen dedelerin bir kısmı, sonradan İzmir'in Bornova ilçesine bağlı Naldöken Köyü'ne yerleşiyorlar. Biz, Narlıdere dedelerinden konu edeceğiz. Buraya yerleşen Hızır Dede'nin 4 oğlu oluyor. Bunlardan Abidin mürşit, diğerleri Halil İbrahim, Sadık ve Hüseyin Dede'dirler. Abidin'in Şahingöz, Hasan ve Feyzi adlarında üç oğlu olur. Bunlardan da Feyzi mürşittir. Ancak bir müddet sonra Narlıdere talipleri ikiye ayrılır. (Yıl, tahmin ediyorum 1954-1960). Bir kısmı yeni bir mürşit arayışına girişir. Abidin'in oğlu Hasan'ın 4 oğlunun en büyüğü olan Haydar Coşkun'u ikinci mürşit olarak dikerler, Bu olay, Yanyatır dedeliğinde ilk kez olmaktadır. Uzun tartışmalar yapılırsa da Anadolu'daki talipler de Haydar Coşkun'un mürşitliğini benimseyince münakaşa kapanır. Taliplerde bölünme olmaz. Feyzi'yi de Haydar'ı da aynı derecede sever sayarlar. Bunlardan Feyzi daha önce ölür. Yerine kimse geçmez. Bir müddet Haydar Coşkun tek olarak mürşitlik müessesini yürütür. O da Hakk'a yürüyünce, yerine geçecek kimse olmadığı için, böylece, Yanyatır Ocağı'nın dedelik ve mürşitliği de sona erer. Bunların çocukları yok mu idi? Diyeceksiniz. Var. Hem de ikişer üçer tane. 15-20 sene öncesine kadar dedeliklerini sürdüren Hızır Necati, Çaylak Hasan, Ali Ekber, Ali Baba hatta biraz daha eskiden Uzun Hızır gibi dedeler, ara vermeksizin Anadolu'ya giderler; dini ve rehberlik görevlerini yaparlardı. Ancak, bunlar daha hayatta iken onların oğulları ya bir iş güç sahibi oldular veya okudular. Gel zaman, gitzaman, babaları ölünce, onların oğullarını ya çiftçi, ya meslek sahibi veya devlet kademesinde memur olarak görüyoruz. Zaten babalarının bıraktıkları kültür mirasından haberi bile yoktu çoğunun. Naldöken dedelerinden olan Yanyatır Ocağı'na bağlı Rıza Yetişen, Erkek Sanat Enstitüsü elektrik öğretmeni idi. Emekli olunca dedelik yapmayı düşünürdü. Ne yazık ki bu değerli kişinin (emekli olunca) sağlığı elvermedi. Sadece "Tahtacı Aşiretleri: Adet, Gelenek ve Görenekleri" (1986) isimli özlü bir araştırma kitabı bırakarak aramızdan ayrıldı (toprağı bol olsun).
Anadolu'daki azımsanmayacak sayıda olan Yanyatır talipleri, suyu kesilmiş değirmene döndüler. Kendilerini yönlendirecek mürşitlerini bekliyorlar. Kumluca yöresinde (Haydar Coşkun'dan icazet alan) Dedebaba Musa Gönül ve Karşıyakalı Dedebaba Ali Rıza beylere başarılar diliyorum. Herşey gönlünüzce olsun...
HACI EMIRLI OCAGI ve İbrahim-i Sânî
Anadolu Aleviliği içerisinde yer alan Tahtacıların dedelerinin bağlı olduğu iki ocaktan birisi, İbrahim-i Sânî Baba hazretlerine aittir. İbrahim-i Sânî, İbrahim Baba veya Bölükbaşı diye halk arasında anılıyor. Ona "Bölükbaşı" dnmesi, asker olmasından kaynaklanıyor. Islahiye'nin 3 km. batısında Çerçili Köyü'nde Ziyaret mevkiinde İbrahim-i Sânî'nin türbesi bulunuyor. Köyü halkı, Sünni olup, türbenin bakımı, onarımı, ziyarete açık tutulma işini İbrahim Gürocak'ın çocukları Ali ve Mustafa yapıyor.
Türbe 1,5 dönüm kadar etrafı çevrili bir tepenin yamacında kurulu. Türbenin girişinde, yüzyıllara direnmiş bir çınar ağacı var. Çınarın gövdesindeki delikten, Hacı Bektaş'taki Deliktaş'ta olduğu gibi ziyaretçiler geçerlermiş. Şimdi dolgu ile kapanmış durumda. Çınar ağacının arkasında yeni yapılı iki katlı bir konuk evi; bahçede bir dut ağacı ile bir de badem ağacı var. Halk, üçünü de kutsal kabul ediyor. Dut ağacı, çınar kadar görkemli. Havanın elverişli olduğu mevsimlerde Pozantı, Mersin, Gaziantep, Antakya, Manisa, İskenderun, Aydın, Denizli yöresinden ziyaretçiler gelip, türbede kurbanlar kesiyorlar. Gürocak ailesinin yerleşik bulunduğu Kabaklar köyünden bir kısım insan, Manisa'ya göçmüşler. Manisa'da Kabaklar diye bir köy varmış. Türbe önünde, aşevi olarak kullanılan taş bir bina var. Türbe yaklaşık 8x8 metre ölçülerinde yeni yapılmış, üzeri betonla örtülü. Türbe etrafındaki mezarlar, "Ocakuşağı" denilen türbeye hizmet edenlere ait ve eski mezar örnekleriyle ilgili birkaç kabataştan başka yazılı hiçbir şey kalmamış. Türbeye 10 basamaklı bir merdivenle çıkılıyor. Mezar, yaklaşık 4 adım kadar kabataştan. Mezarda yazısız bir mezar taşı dikili; mezarın ayak ucunda cevher toprağı kuyusu; türbenin girişinde üç oluklu bol ve soğuk sulu bir çeşme var. Çeşme, betondan Pozantılı bir Tahtacı olan İbrahim Yöntem tarafından yaptırılmış. Türbeden 3 km. batıda Çerçili Köyü üzerinde Gözelindağı'nın doğu yamacında Solağın Pınarı civarında Kabaklar Köyü'nde İbrahim-i Sânî'nin torunları yaşıyor. Kabaklar Köyü, 2000 yılında 64 hane. İslahiye içinde Erenler Mahallesi'nde ağırlıklı olmak üzere, Kabaklar Köyü'nden, yaklaşık 100'ü aşkın hane oturuyor. Köyde "dede" olarak yalnız Gürocakları var. Islahiye içerisinde Başkan Ökkeş Kahraman etrafında Hacı Bektaş-ı Veli Kültür Derneği'ni kurmuşlar, başkan türbeyle de ilgileniyor.
Köyde cemevi yok. Çok seyrek olarak aynı köyden dedelerle cem yapılıyor. Cemi, şu anda eski okulda yapıyorlar. Köyde, kendini "Tahtacı" diye tanımlayan hiçbir aile yok. Çaylaklılardan üç-beş ev, yıllarca önce gelmiş, ağaç işi bitince köyden ayrılmışlar. Tahtacı kızlarla evli olanları var. Çevrede Tahtacı yerleşim yeri yok.
Söylence
İbrahim-i Sânî, Maraş'ta Alaaddin Paşa'nın Bölükpaşası imiş. Alaaddin Paşa, akşamları başucunda mum yaktırırmış. İbrahim-i Sânî'nin de kendiliğinden baş ve ayakucunda mum yanar, harelenirmiş. Askerin birisi, Alaaddin Paşa'ya İbrahim-i Sânî de senin gibi baş ve ayakucunda mum yaktırıyor, diye şikayet etmiş. Alaaddin Paşa bunun üzerine İbrahim-i Sânî'yi izletmiş. İbrahim-i Sânî'nin başında fes varmış. "O fesliyi yakalayın!" diye emir vermiş. Bir de bakmışlar ki, herkes fesli. Yakalayamamışlar. İbrahim-i Sânî kaçmayı sürdürürken, fesi düşmüş. Başı kabak kalmış. Askerler bu sefer "şu kabak başlıyı yakalayın" demişler. Bir de bakmışlar ki, herkesin başı kabak. Kimsede fes yok. Yine yakalamamışlar. İbrahim-i Sânî, oradan ayrılıp Islahiye Güzelcedağı'na geliyor ve orada geyik yaymaya başlıyor. Anası ve ablası yanına geliyor. Görüyorlar ki, o, bir geyik pişiriyor. Onlara "Bu geyiğin kemiğini kaybetmeyin" diyor. Anası ve ablası bundan şüpheleniyor. Kemiklerden birini saklıyor. İbrahim-i Sânî bir deriye kemikleri sarıyor. Bir dua okuyup, eliyle deriyi sıvazlıyor. Geyik yeniden canlanıyor. Ancak askıyor. Anası ve ablasına "bir kemik saklamışsın, bak geyik ondan aksıyor" diyor. Ve yöre halkı geyiklerin bundan aksadığını söylüyorlar.
İbrahim-i Sânî yaşadığı Gözelcedağı'ndan çamaşırlarını türbenin olduğu yere atarmış, orada bulunanlar orada yıkarlarmış. Halk arasında, Hacı Bektaş Veli'nin babası, bu İbrahim-i Sânî'dir diyorlar. Kabaklar Köyü'nün eski mezarlığının adı da Hacı Bektaş. Köy, 13. asırda kurulmuş. Islahiye'nin iki eski köyü Karaburçlu ve Kabaklar'mış.
Hacı Emirli
İbrahim-i Sânî Şehepli oymağından Hacı Emirli diye anılanların pir tanıdıkları insandır.
Islahiye'nin Kabaklar ve Çerçili köylerinde İbrahim-i Sânî'nin mezarından başka bir şey kalmamış gibidir.
Şehepli oymağı Hacı Emirli oymağına mensuptur. Aydın Reşadiye'deki ocakzâdelere "Hacı Emirli" adı verilir. İbrahim-i Sânî'nin soyunun İmam-ı Musa Kazım'dan geldiği şeklinde halk arasında bir söylence yaşamaktadır.
Yusuf Ziya Yörükân'ın kimi makalelerinin derlendiği Anadolu'da Aleviler ve Tahtacılar (Haz. Turhan Yörükân, 1998) adlı kitabında "Tahtacıların -Hacı Emirlileri kastederek- Harput taraflarında Safi Karyesi'nde oturduklarını anlıyoruz" ibarelerine rastlanmaktadır.
Gerek Ağaçerilerin Malatya-Elazığ arasında Minşer/Muşar kalesine hapsedilmeleri, gerekse bugünkü Akçadağ/Arga ilçesi yakınlarında yoğun yaşadıkları, Süryani tarihçi Ebu-l Ferec tarafından da doğrulanmaktadır. Yine bu kitaptan, Hacı Emirli'lerin İbrahim-i Sânî'ye; İbrahim-i Sânî'nin ise, Şah Ali Abbas Ocağı'na bağlı olduğunu öğreniyoruz. Yörükân, "bunların ananelerinde Şah Hudâbende geçer ve kendilerine verilen, aşiretlerini gösteren berat'ta Hatem-ül Enbiya Şah Ali Abbas mühürü vardır" diye yazar. Bu ocak da Şeyh Safi Ocağıdır.
Islahiye tapu kayıtlarında bunlar var diyorlar. Ancak araştırma zamanımız olmadı. Kahramanmaraş Güvercinlik Mevkii'nde yattığı söylenen İbrahim Baba'ya ait olduğu söylenen ve Islahiye Kabaklar Köyü girişinde Şıhlar'ın Peyi (şıhların evinin yıkıntısı) denilen yer var. Burası İbrahim Baba'ya aitmiş. Hacı Emirli'nin soyu burada otururmuş. Buradan Kabaklar Köyü'nün içine gelmişler. Oturdukları yere, "Şıhlar Mahallesi"; bu soydan gelenlere de "Gürocaklar" deniyor.
Bu ailenin dedeleri:
Mehmet Çelebioğlu
|
Selim Çelebi
|
Ali Çelebioğlu
|
İsmail Çelebi
|
Mustafa Çelebioğlu
|
Ökkeş
|
Nuri Çelebioğlu
|
Mustafa Çelebioğlu
|
Muharrem Çelebioğlu
|
|
Kabaklar köyünden Mehmet Kılınç konuşurken;
İbrahim Baba'da büyük bir ocak
Başına dikmişler kırmızı sancak
Derdimize derman o olur ancak
Varıp da yüzleri sürsek mi bilmem
Çerçili köyü de Kabaklar soyu
Aslını sorarsan evliya soyu
Üç oluktan akar şifalı suyu
İnip de şifayı bulsak mı bilmem
diyor. İbrahim-i Sânî'nin yine halkın söylentisine göre, kırmızı bir sancağı varmış. Bu sancak şimdi kayıp.
Türbe içerisinde iç duvarda solda bir kaşık işareti, yine iç duvarda sağda bir tava işareti ve mezarın ayak ucunun tam üzerinde üç nokta şeklinde üç ayak sembolize edilmiş. Kaz ayağının bir yorumu olabilir mi diye düşündürüyor. Türbeye girişte, tam karşı duvarda üç yuvarlak nokta var. Türbe giriş kapısı 160 cm yüksekliğinde.
Tahtacılar Ceyhan/Adana, Durhasan Dede Köyü'nde türbesi bulunan Durhasan Dede ile Gaziantep Islahiye ilçesi Çerçili köyünde türbesi bulunan İbrahim-i Sânî hazretlerini iki ocak başı olarak tanıyorlar. Aydınlılar diye bilinen Tahtacılar, İbrahim-i Sânî etrafında toplanmışlar. Hacı Emirli İbrahim-i Sânî, kısaca İbrahim Baba diye anılır. Anadolu Aleviliğinde, dolayısıyla Tahtacılarda "Pir" adı ocak kuran kimselere verilir. İbrahim-i Sânî'nin beratı, şeceresi ve vakfına ait kayıtların İzmir'in Bulgurca köyünde mürşit Halil Paşa'nın torunu İsmail Gerçek'in evinde olduğu, yöre halkınca söylenmektedir. Bu belgeyi, 80 yaşında ölen Islahiye Kabaklar Köyü'nden Ahmet Erdoğan tercüme etmiştir.
Bir Belgeden
Evrak-ı müsbiteler içerisinde İbrahim Baba'ya ait olduğu tahmin edilen eski, maciskül Arap yazılarıyla işlenmiş elde yapmış bir de resim mevcutmuş. Diğer bir evrak da sade Arabi ve Farisi yazıları ile yazılıdır. Başka bir evrakta Berati Alişen adı geçmektedir ve Türkçe yazılı yazılar mevcut olup, bunların tetkikinde bu zatın El Seydi Şıh İbrahim Baba Hatem-ül Enbiya Ali el Abbas tekke ve zaviyesinde çalıştığına; bilahare Maraş livası Güvercinlik nahiyesine gelip yerleştiğine; evrakı müsbitelere göre de kendisinin Şah Ali Abbas Hazretleri'nin Saip evladı olduğuna dair, işbu beratı Ali Sani olduğu ve onun altındaki iki tane basılı mühürde ise, "Hatemül Enbiya Şah Ali-el Abbas ve 115" rakamı yazılıdır. İbrahim-i Sânî Baba'nın Maraş livası etrafında beylik yapan Zülkadiroğulları ile arasında çıkan bir kavga neticesi şehit düştüğü ve şehit düştüğü yerin şimdiki tekkenin bulunduğu yer olduğu belirtiliyor.
Bu zatın bir isminin daha, halk arasında İbrahim Sânî, diğer söylentiye göre ise, İbrahim Bölükbaşı olduğu bilinmektedir. Yine beratta yazdığına göre İbrahim Baba'nın evladı bulunan El Seydi Şıh İsmail, türbedarlık yapmıştır. İsmail'in ölümünden sonra boş kalan türbedarlığa yine oğlu Hacı Emir bakmıştır. Daha sonra Hacı Emir evlatlarından Halil Paşa hem mürşid, hem de türbedarlık yapmıştır. Hicri 1241 (1825/26) tarihinde Aydın livasının Şer'i Mahkemesi'nden alınan bir ilama göre, şimdiki adıyla Islahiye bölgesinde, o zamanlar yaşayan aşiretlerden Şehguoğlu aşireti Esetli, Şehbal, Şadılı, Cürrenli ve Dava Seydoğlu aşiretleri İbrahim Baba'ya ikrar ve itaat etmişlerdir. Sonradan bu aşiretler arasında geçimsizlik yüzünden, bazı kargaşalıklar olmuş ve bu yüzden ismi geçen Halil Paşa'nın baba ve aileleri bazı aşiretlerle birlikte kısmen Ege bölgesine İzmir, Aydın ve Kızılcapınar mevkilerine yerleşmişlerdir. Halil Paşa'nın bir kısım ailesi ile adı geçen aşiretlerden bazıları Tekke civarına yerleşmişlerdir. Tekke, Islahiye'de Kabaklar Köyü yakınında Çerçili Köyü'ndedir. Hicri 1330 (1911/12) tarihinde Halil Paşa İzmir'den Islahiye'ye gelerek, elindeki kayıtlara göre, Şıh İbrahim Baba'nın torunu olduğuna dair mahkeme ilamı almıştır. Halil Paşa, Hacı Bektaş Veli Hazretleri'nin tarikatının bir kolu olan ve Hacı Emirli postu ve bayrağı namı altında mürşidlik yapmış ve tarikatın icabını yürütmüştür.
Islahiye'den Aydın Reşadiye'ye gidenler, burada uzunca bir süre ocaklık işlevini sürdürmüşlerdir. Ancak bu ocak, şimdi tamamıyle yok olmuştur. Islahiye Kabaklı köyündeki İbrahim-i Sânî Türbesi'ne ise, halkın ilgisi sürmektedir.
İbrahim-i Sânî'nin doğduğu söylenen Kabaklar Köyü'nde ve türbesinin bulunduğu Çerçili'de, Türkçe çok arı, duru bir şekilde kullanılmaktadır. Kabaklar Köyü'nde bazı çevre adlandırmaları, buna en güzel örnektir. Örneğin: Gözelindağı, İrelcikdağı, Almalı tepesi, Ağoluk, Karanlıca, Demirsi, Karaoğlan pınarı, Teke sivrisi, Yapraklı beli, Zalkaca çamı, Kurt ini, Tetiri, Sinekli Beli, Şahin Kayası, Kemre Pınarı, Güvercin pınarı, Kavkırt, Sığın bükü, Yakapınar, Küre gediği, Güzelce pınarı, İncirdere, Yasıkaya deresi, Çatın deresi, Börkenekli dere, Solakın pınarı, Başağaç, Onikiağaç, Karıncal Mazı, Sayacak, Üçocağın Pınarı gibi.
Köyün eski mezarlığına Hacı Bektaş deniliyor. Köyde tüm adlandırmalar öztürkçe.
|
|
|
|
|
|
Heute waren schon 1 Besucher (2 Hits) hier! |